Ve Allah (C.C) buyurdu ki:

İMAN EDEREK SALİH AMEL İŞLEYENLERİN HATALARINI AND OLSUN Kİ ÖRTERİZ VE ONLARI YAPTIKLARI AMELLERDEN DAHA GÜZELİ İLE MÜKAFATLANDIRIRIZ. (Ankebut, 7)

GÜNÜN SÖZÜ

İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH (C.C)MERHAMET ETMEZ...
Hadis-i Şerif

DUR!BURADAN ÖTEDE RİSK VAR!!!

HOŞGELDİN...AMA BURADAN SONRASI SENİN İÇİN HOŞ OLMAYABİLİR...DİKKATLİ OL...
Ben bir miktar suydum,
Yatağımı arıyordum,
Bulacaktım ama;
İzin vermediler,
Kim mi?
Herkes...

30 Kasım 2010 Salı

TOP SECRET:WİKİLEAKS



    Wikileaks depremi henüz artçıları gelmemiş olduğu halde sürüyor.Bu gün de hem Türkiye hem de dünya basınının gündemindeydi Wikileaks depreminin etkileri.Öyle görünüyor ki dünyaya konuşacak epeyce malzeme sağladı Wikileaks.

     Bu arada her depremden sonra olduğu gibi komlo teorileri ve söylentiler de dünyaya hızla yayılmaya başladı.Bu komplo teorileri arasında çok çarpıcı olanlar var ama her biri şimdilik bir rivayetten öteye geçemeyecekmiş gibi görünüyor.Kimileri Wikileaks belgelerinin ABD'nin bir tezgahı olduğunu öne sürüyor.Kimileri bunu yapanların ardında güçlü bir örgütün bulunduğunu dile getiriyor.ABD'nin dünyanın gündemini değiştirmek için bunu yaptığını söyleyenler de var.Ama en çarpıcı olan sanırım potansiyel şüphecilerin teorisi:ABD dünya kamuyondan gizli bir takım işler çeviriyor şu an ve bu belgeleri gündeme getirerek dikkat dağıtıp samanın altındaki sudan kimsenin haberdar olmamasını sağlıyor.Bir tür "cambaza bak" oyunu anlayacağınız.

     Fakat bir şeyin altını çizmekte yarar var: Bu belgeleri ister ABD gizil emelleri için kendisi servis etmiş olsun,isterse bunu yapan dünyanın huzurunu bozmak isteyen kötü niyetli büyük bir örgüt olsun;bu belgeler gerçek ve bu belgeler American diplomasisinin ne olduğunu bize yaşattığı gibi aynı zamanda da diplomasi kavramının ne olduğuna dair gerçek kanıtlar sunuyor.

     Diplomasiyle ilgili sınırsız sayıda kitap,araştırma,tez,makale,gazete ve medya haberi   yayınlandı bu güne kadar.Bir çok diplomat anılarını yazdı.Bir kısmımız bunların bir kısmını okuduk,izledik,takip ettik belki.Bu kitaplarda anlatılan diplomasi kavramından çok daha farklı bir diplomasi kavramıyla karşılaştığımız bir gerçek.Her ne kadar emekli Türk diplomatlar belgelerde anlatılanların olağan diplomasi rutinleri olduğunu söyleselerde ,bu mesleğin erbapları olarak kendilerinin bile şaşırdığını gözlerinde ki şüpheci ifadelerden çıkarmak zor değil.

    Belgelerde gördüğümüz diğer önemli bir gerçekte American diplomasisinin karakteristik özellikleriyle ilgili.Bu karakteristik aynı zamanda Amerikan devlet ruhunun derinliklerinde gizlenmiş duyguları ortaya koyuyor.Bir nevi American devletinin psiko-analizini yapma fırsatını elde ediyoruz.Devletler psikiyatrisinin uzman isimleri bu belgelerden yola çıkarak ,yakın zamanda derin tahliller yapacaktır şüphesiz ama ilk tahlilde ortaya iki önemli netice çıkıyor:

    Birincisi ABD dış politikası tamamen deneysel bir çizgide.Her ne kadar "bunlar bizim nihai kararlarımız değil,sadece bilgilendirme amaçlı raporlar" açıklaması yapsa da Beyaz Saray , Birleşik Devletler'in dış politikası kendilerine ulaşan bu bilgiler temelinde şekilleniyor. Belgelerde yer alan çok ince detaylar,kişilik tahlilleri, çoğu ülkelerin gündeminde önemli yer bile tutmayacak kimi bilgilerin kriptolanması American diplomasisinin ne kadar olgusal,determinist olduğunun açıkça göstergesi.Amerika dışarıda atacağı adımları hiç bir şekilde şansa ya da tesadüflere bırakmıyor.

    İkincisi ABD bu titizlenmeci diplomasi anlayışını tüm dünya ülkelerine karşı aynı standartlarda uygulamış.En yoğun ilişkiler kurduğu ülkelerden en düşük yoğunlukta ilişkili olduğu ülkelere kadar...Her ülkede ayrı ayrı tahliller,ince ince tanımlamalar,analizler..En önemlisi ABD bu anlayışı en yakın dostlarına bile sergilemiş.İngiltere gibi ABD ile yakın akraba olan ülkeler bile bu sıkı ,yakın takipten ve gözlemden payını almış.

   Emekli diplomatlarımız konuyla ilgili değerlendirmelerinde diplomasinin böyle bir iş olduğunu, kendilerinin de görevdeyken sık sık bu belgelere benzer kriptolu yazışmalar yaptıklarını söylüyorlar.Ne yalan söyleyeyim,ben bizim diplomatların bu derece titiz raporlar hazırlayıp sunacaklarına çok inanamıyorum.Keşke yanılmış olsam,ama dünyanın bütün ülkelerinde ki diplomatlarımızın bu kadar deneysel raporlar hazırlamaya zahmet buyuracaklarını çok inandırıcı bulmuyorum.Geri zekalı bir İsrail'li bakanın kendisine hazırladığı ucuz "düşük koltuk" oyununu çözebilecek kadar bile zeki olmayan diplomatımızı gördükten ve dış politikamızda sürekli yalpalayarak yürüdüğümüzün farkına vardıktan sonra bu kanıya varmış olmamın da doğal bir refleks olduğunu düşünüyorum.

    Belgelerde dikkat çeken bir başka nokta metinlerde ki yetkinlik. Tam anlamıyla uzman ellerden çıktığı anlaşılan belge metinlerinin dili beni hayrete düşürdü doğrusu.Türkiye ile ilgili metinleri yazanlar sanki ABD'li değil de Türkiye yerlisi gibi.Yapılan yorumlar çoğu Türkiyeli Türkiye uzmanlarını bile şaşırtacak yetkinlikte.Bu elbette ABD'nin dış görevlerde kullandığı personelin ne kadar iyi yetiştirilmiş olduğunun tipik bir göstergesi.Dış politikanın ABD siyasetinde ne kadar hayati bir unsur olduğunu düşündüğümüzde bu elbette şaşılası bir durum değil.ABD'nin dünyanın jandarmalığına soyunurken aynı zamanda o dünyayı öbek öbek ,isim isim ne kadar iyi tanıdığı ya da tanımaya uğraştığı ortada.

    Son tahlilde dünya diplomasi tarihinde belki de bir ilki yaşadık.ABD'nin dünyaya nasıl jandarmalık ettiğinin şifreleriyle karşılaştık.ABD'nin bildiğimiz ama görmediğimiz bedenini çıplak görme şansı elde ettik.Elbette bu izlenmeye değer bir gelişme.Ve bunun ardında ki niyetlerin bizim için şu an da pek bir önemi yok.Niçin ve nasıllarla uğraşmak yerine bu belgeleri anlamaya çalışmak şüphesiz daha akıllıca ve yararlı olacaktır.

HAYAT NE,ANNE?


   Sorunları çözecek bir sihirli deyneğim olsaydı keşke...Mucizevi güçlerim olsaydı...Çok basit şeyleri elde etmek için bu kadar mücadele etmek gerekmeseydi.Büyük denilen şeyler bu kadar küçük olmasaydı.

   O büyük adamları büyük yapan tek şey büyük olmak uğruna çektikleri acılardan başkası değil.

    Şu kalbimin orta yerinde küçücük bir acı,beni öldürmeye yetmeyecek kadar küçücük bir acıyı bile dindirecek gücüm yok oysa.

    Küçücük endişelerimle başedebilecek kadar bile gücüm yok.

    Üstüme hızla gelen gelecek beni bu kadar ürkütmese ,korkutmasaydı keşke.

    Biliyorum,ruhumun hastalıklarına bu dünya da bir şifa yok.

   Artık yaşama karşı direncim o kadar kırıldı ki.

   Kim anlar beni,ben kimseyi anlayamıyorum.

   Mutlu olmak mı?Bu bile büyük bir bencillik,yapamıyorum.

   Şiir gibi bir yaşam hayal etmiştim.En basitinden,en anlaşılırından bir şiir..Her dizesinde,her kelimesinde ,her harfinde duygu yüklü.Olmadı,olamadı,karşı duramadım,içime girdi bir şeyler,hayat Vanessa'nın kemanından dökülen notalar olamadı.Olamazmış,çocukmuşum ben,büyümek istememişim,ortalarda bir yerlerde kalakalmışım,bir başıma,çaresiz ve aciz.

    Ahmak insanlığın,ahmakça kurduğu iğrenç sistem tepemin ucunda işlemeyi sürdürüyorken ben,kaç kez bu düzeni izleyip, durup ne yapacağıma ağladım,kimseler bilmez.Başından geçen onca felaketlere rağmen ,her kurduğu düzen başına yıkılıp defalarca altında kalmasına rağmen insanca yaşamayı öğrenemeyen ahmak insanlığın , ahmakça düzenine eklemlenmek zorunluluğunun ne denli acı verici olduğunu hiç kimse bilemez.

    Erken yaşlarda zihnime düşen sorunun hala cevabını bulamamış olmak , açıklayamamak, öyleyse niye böyle, böyleyse öyle olamaz çırpınışlarıyla yaşamaya çalışmak...

   " Hayat nedir anne?"

    "Hayat acıdır oğlum.Hayatı acı yapan insanların kendisidir.Yaradan hayatı insanlar için bir nimet olarak vermiştir.Ama insanlar nankördür oğlum.Rabbine karşı nankördür ...Rabbine karşı nankör olandan kendin için bir şey bekleme.."

    "İnsanlar niye nankör anne?"

     "Hırsları,tutkuları,bencillikleri,şehvetleri yüzünden.."

     "Bunları onlara kim verdi anne?"

     "Allah verdi oğlum."

     "Peki ,bu kötü şeyleri Allah onlara niye verdi anne?"

      "Bunlar kötü şeyler değil oğlum.Ama insan bunları suistimal etti."

      "Nasıl yani anne?"

      "Nasıl izah edeyim, ımmmmm, düşün,bıçağı icat eden adam onu insanlar ekmeklerini doğrayabilsinler diye icat etmişti,ama insan bu icadı suistimal edip,onu insan öldürmek için kullandı."

     "O zaman hayat ne anne?"

     ":):):)...Bilmiyorum oğlum"

     O'nun bilmediğini kimse öğretemedi bana.Beni yetiştirenin bilmediğini...

DÜŞÜNMEK




     Bizim milletin Freud'a karşı anlaşılmaz bir ön yargısı var.Öğrencisinden  öğretim görevlisine kadar bu böyle malesef.Marx içinde geçerli bu durum.Darwin içinde.

    Mesela bir yerde Darwin'den bir örnek verseniz evrimci,Freud'dan örnek verseniz sapık,Marx'tan örnek verseniz komunist etiketi alıvermeniz işten bile değildir.

   Aynı şey mesela Fethullah Gülen,Cübbeli Ahmet Hoca,Necmettin Erbakan,Nazım Hikmet,Yaşar Kemal,Bekir Coşkun vesair tüm cenahların temsilcileri içinde geçerli..

   Kimse söylediğiniz sözün içeriğiyle ilgilenmez,kim tarafından söylenmiş olduğuyla ilgilenir genelde."Biliyor musun, o adam şöyle şöyle şöyle."


  Bu durum kitaplar içinde geçerlidir.Elinizde gördükleri kitaplara göre etiketlerler sizi.Mesela,toplumumuz içinde  ki bazı kesimler içinde alenen İncil okuyamazsınız.Bazı kesimler içerisinde de Kur'an okuyamazsınız.


   Dinlediğiniz müzik,giydiğiniz kıyafetler,saç stiliniz vesair sizi dış dünyaya açan tüm aksesuarlarınız toplumsal kimliğinizin bir parçası gibi algılanır ve insanların zihninde ki iz düşümünüz de o doğrultuda olur.

    Bu ,bence ,bazılarının iddia ettiği gibi insanlarımızın geri kalmış,cahil, kötü niyetli,yobaz,aptal olmalarından kaynaklanmıyor.Türkiye'de ki cemaat kültürü malesef bu. Türkiye'de bireyin toplumsallaşması geleneği böyle.Son zamanlarda her ne kadar değişmeye başlasa da bu durum yine de çok fazla mesafe alındığı söylenemez.Demokratlık deyince mangalda kül bırakmayan adamların bile karşıt düşüncelere ne kadar tahammülsüz olduğunu sık sık görebilirsiniz.

    Ben bunun böyle olmasına en çok üniversite camiasında rastladığımda şaşırmıştım. Sürekli anlatılan konular olmasına karşın üniversiteye gidip bizzat gözlerimle gördüğümde bu konunun daha çok kültürümüzle ilgili olduğuna karar vermiştim.Kelli felli ,doktoralı,bir kaç yabancı dil bilen,dünyanın en gelişmiş ülkelerinde eğitim almış,hatta hocalık yapmış adamların "Sait Nursi", "Fethullah Gülen" ,"Atatürk","Marx","Darwin" algılarını görmek çok şaşırtıcıydı.Sıradan,avam halk tabakasının meselelere bakış açılarıyla profesörlerin,doçentlerin,doktorların ki arasında ki benzerlikler görülmeye değerdi.Öğrencisine söylediği sözlerden dolayı "Siz Akp'li miniz?" sorusunu yöneltebilen ,ömrü kitaplarla,araştırmalarla,toplumun sorunlarına kafa yormakla geçmiş bir akademisyenin içinde bulunduğu zihinsel yapı nasıl izah edilebilir? "Halk cahil,kimi seçeceğine doğru karar veremez" zihniyetinde ki bir profesörün bu düşüncesi demokratlığıyla,entellektüel birikimiyle ,dünyanın bir çok ülkesine gidip bir çok başka kültürleri görmüş olmasıyla çelişki oluşturmaz mı?Eğer toplumun en bilgili,en kültürlü, en münevver vs insanlarının bulunduğu akademik camiasında bunlar oluyorsa şahsen ben Türkiye toplumunda ki karşıt düşünceye karşı davranış biçimlerini cemaat kültürümüz dışında açıklayacak başka bir argüman bulamıyorum.

    Bundan rahatsız mıyım;? Hayır ..Çünkü bununla başedebiliyorum,kendi yaşamımın herhangi bir baskıdan etkilenmemesine özen gösteriyorum.Ama bundan rahatsız olan çok fazla insan tanıyorum.Onlara da "anlayışlılık" dışında tavsiye edebilecek başkaca bir şey bulamıyorum.

29 Kasım 2010 Pazartesi

MARTILARI AĞLATAN YANGIN :HAYDARPAŞA

 
Martılar bile ağladı,bizde ağladık sen yanarken inan buna Haydarpaşa.

   Haydarpaşa garından alevler yükselirken yüreğimden bir şeylerin akıp gittiğini duyumsadım.İnsanlarımızın yetersiz tepkisine ise üzüldüm açıkçası.Devletin zirvesinin yangından hemen sonra orada olmasını beklerdim doğrusu.Başbakan'ın İsrail takıntısına kısa bir süre ara vermesini,Haydarpaşa yangınıyla ilgili geniş değerlendirmeler yapmasını,hatayı bizzat kendisinin yerinde tespit edip,sorumlularla ilgili yine bizzat kendisinin ilgilenmesini ne kadar çok beklediğimi ve beklentimin gerçekleşmemesinin bende oluşturduğu hayal kırıklığını anlatmam mümkün değil.Böyle bir varlığın başına gelenlerin vali düzeyinde bir ilgiyi haketmediğini düşünüyorum.Olayın ardından yapılan açıklamaların, kültürel bir mirastan öte ,Türkiye'de yaşayan çoğu vatandaşın hayatlarının içinde önemli tinsel bir mekan olması nedeniyle de çok cılız olduğu aşikar.Sabah saatlerinde yetkililer henüz olayın sebebinin araştırıldığını söylüyorlardı.Bu söylemlerin rahatlığı maalesef bir çok insan gibi benim de yüreğimi yakmaya yetti.

    Haydarpaşa'da yaşanan bu olay sıradan bir kaza olarak açıklanamaz,açıklanmamalı.Hükumetin bir çok eylemine objektif yaklaşması gereken bir medya da böyle bir hadise karşısında objektif bir sertlikle hükumeti eleştirmeliydi.Manşetler Wikileaks depremi değil Haydarpaşa yangını olmalıydı.Hükumete olayın ciddiyeti belirgin bir şekilde hissettirilmeliydi.Olur olmaz,küçücük hadiseler için sokağa dökülenler acaba Haydarpaşa yangınında neredeydiler? İşçi eylemlerini desteklemek için anında reaksiyon gösteren sol cenah mensupları aynı şeyi neden Haydarpaşa için neden yapmadılar?Muhalefet partilerinin siyasi bağırışlarına Haydarpaşa'dan içimizi eriterek yükselen dumanlar neden bir soluk olmadı?MHP ve CHP hatta BDP hükumete söylenmedik söz bırakmadıkları halde neden bu konuda bir paragraflık bile olsa bir eleştiri yayınlamadılar?Kimseyi suçlamak istemiyorum ,lakin,bu bunların hiç birisinin olmadığı gerçeğini değiştirmez.Ne başbakan,ne de bakanlar Haydarpaşa'ya gelmeyi gerek görmediler.Cumhurbaşkanı üstelik programında boşluk olmasına rağmen Haydarpaşa'ya gelmedi,Çankaya Köşkü Muhafız Alayını ziyaret edip,orada öğle yemeği yemeyi tercih etti.Belki yarın,ertesi gün,veya daha ileri ki tarihlerde herbiri çeşitli açıklamalar yapacaklar ama bir gerçek değişmemecesine zihinlerimizde kalmaya devam edecek:HAYDARPAŞA emin ellerde değil.

     Türkiye'de her mekanda çeşitli kazalar olabilir.Kazadır.Ve insanlar hata yapmaya açıktır..Ama iş Haydarpaşa'ya gelince durum farklıdır.Haydarpaşa'da yapılacak her türlü bakım,onarım,restorasyon çalışmaları üst düzey tedbirlerle ve profesyonel ekipler eliyle yapılmak zorundadır.Haydarpaşayı bırakın yakıp kül etmeyi,tarihi dokusuna zarar verme konusunda küçücük ihtimaller bile göz önünde tutulmalı ve ona göre davranılmalıdır.Bütün bu olağanüstü titizlenmelere rağmen eğer birileri bir hata yapmışsa bu hatanın bedeli de ağır olmalıdır.Peki ,bir bedel ödeyen olmuş mudur?Şu ana kadar daha olayın sebebi bile aydıntılamamışken tabi ki bu soru mantık dairesinde bir soru değil...Sürekli Türkiye'de kültürel anlamda büyük değişimler meydana geldiğini söyleyen Kültür Bakanı Ertuğrul Günay maalesef bu olayla bu konuda ki değişimlerin henüz çok cılız olduğunu ve katedilmesi gereken daha çook uzun mesafelerin bulunduğunu anlamalıdır.

    Olan oldu,olana bir yapacağımız yok.Ama olacak olanlar için hiç bir şeyin yapılmıyor olması,henüz konuyla ilgili kısa vadede atılması gereken adımların atılmamış olması üzücü ve aynı zamanda da düşündürücüdür.Nedir kısa vadede yapılması gerekenler: Bir kere,öncelikle sorumlular hakkında gerekenin yapılması için olayın nedenlerinin tam anlamıyla ortaya çıkmasının beklenmemesi gerekir.TCDD genel müdürünün savunma vermesi gerekmektedir.Haydarpaşa garının personeli tümüyle değiştirilmeli ve yerlerine en iyi şekilde eğitimlerini tamamlamış,alanlarında uzman profesyonel personelin getirilmesi elzemdir.Haydarpaşa'ya özel bakım,onarım,restorasyon yönetmeliği çıkarılmalıdır,eğer varsa kesinlikle değiştirilmelidir.Ayrıca garın her türlü güvenliği gerekli teknolojik altyapıyla sağlanmalıdır.Oysa son olayda anlaşılmıştır ki İstanbul yangını söndürürken bile deniz suyuna muhtaç olarak bu konuda ki yetersizliğini ortaya koymuştur.

    Bu konuda daha söylenecek çok söz var belki...Çünkü orası sıradan bir mekan değil.İstanbullular için olduğu kadar tüm Türkiyeliler'in ortak manevi değeridir.Doğrusu böyle üzerine titrenilmesi gereken bir güncel değerin yetkililerden ve biz insanlardan gördüğü muamele maalesef haksızdır.

   Dün Haydarpaşa'yı öyle görünce içimden bir şeylerin kopup benden uzaklaştığını hissettim.Üniversite hayatım boyunca belkide yüzlerce kez içinde,sağında ,solunda,karşısında, neşeyle yaşayarak anılar biriktirmiştim.Alevlerin tarihi mirasla beraber o anılarıda yakıp kül etmesinden korktum ve yangının son bulmasını bir korku filmini izler gibi ya da bir işkencenin bitmesi için yalvarır gibi izledim.Bir çok yurttaşımızın da bu duyguları paylaştığını biliyorum.

   Ve bundan sonra bari olmasa temennisinde bulunmak istiyorum ama şu ana kadar yapılanlardan bu temennininde boş olduğu kanısı hakim içimde....

   Bu yüzdende O'nu Allah'a emanet ediyorum...

BİR DEVLET KOMEDİSİ:WİKİLEAKS





    Wikileaks depremi olmuş bu gün dünya'da.Sizi bilmiyorum ama ben kendi adıma çok eğlendim ve aynı zamanda da üzüldüm.Devletlerin birbirlerini çekiştirip durduğu bir siyasi düzen altında yaşıyor muşuz,bunu biliyorduk da,böyle alenen açık edilince ister istemez kendimizi trajik bir komedinin ortasında bulduk.Koca koca beyler,efendiler meğer gerçekte ne kadar da küçük,zavallı ve sıradanmış dedik kendi kendimize.Daha açıklanmaya devam edecek binlerce belge dururken de artık bir dizinin gelecek bölümünü bekler gibi beklemeye başlayacağız sanırım açıklanacak olanları.


    Wikileaks'in kurucusu otuz dokuz yaşında ki internet aktivisti bir genç adam bu gün dünyanın gözleri önünde belgeleriyle kral çıplak diye bağırıverince ,maskeler belgelerle düşürülüp,söylentiler gerçek olmaya başlayınca insan olduğumuz gerçeğiyle ve tanrılık iddiasının aslında ne kadar müstehzi bir durum olduğuyla yüzleştik.Günahkar Berlusconi'nin,çapkın kral Kaddafi'nin,olağanüstü tehlikeli adam Ahmet Davutoğlu'nun,haris lider Tayyip Erdoğan'ın, çekingen kadın Angela Merkel'in,hain Suudi Kral Abdullah'ın bundan böyle kendi ülkelerinde ki ABD büyük elçilerine nasıl bir yaklaşım gösterecekleri de ayrıca merak konusu.


    Depremin bu günkü belgeleri dünya liderlerine ayrılmış.Ve merkez üssünün de Ankara olması hayli ilginç.Maşallah,fişleme yapmak ve yaptıkları fişlemeleri de ciddi ciddi kendi ülkelerine rapor etmek konusunda ABD'li diplomatlar harıl harıl çalışmışlar.


    Bu arada ABD'nin dünyaya kendisini faydasız cümlelerle savunmaya çalışması da ayrıca komik.Beyaz saray yaptığı açıklamada "Washington'a (dış temsilciliklerden) yapılan saha bildirimleri doğası gereği samimi bir şekilde yapılır ve genellikle tam bilgilerden oluşmaz. Bir dış politika ifadesini yansıtmaz, aynı zamanda nihai kararlarımız da değildir" demiş. Hmmm..Belli belli...Ne kadar samimi olduğunuz belli!!!


   Ayrıca bir ABD kongre üyesi Wikileak'sin terör örgütü sayılmasını teklif etmiş.Amerikan yüzsüzlüğünün ve hem suçlu hem güçlü durumunun tipik bir örneğine daha böylece şahit oluyoruz.


   Sanki bir sinema salonunda film izler gibi belgelerin ayrıntılarına şahit olurken sık sık kendimi tutamadığımı ve kahkahalarla güldüğümü itiraf etmeliyim.Olayın en komik yanlarından biri gazetelerde ki haber spotları.Wikileaks'in patronunun takım elbiseli fotoğrafları altında "dünyayı sarsıyor,ABD çaresiz" ifadeleri.


   Bir yandan da halimden çok memnun oldum.Dünyanın, kendilerini bir halt zannederek insanların sırtlarına basa basa yükselen,sanki onlar olmasa,biz sıradan insanların yaşayamayacağı  hissiyle hareket eden zavallı sineklerinin şu an dünya halklarının gözünde düştükleri acınası onursuzluk;sanırım onurlu hiç kimse onların yerinde olmayı istemeyecektir.Sıradan olmanın ne denli hafif ve nedenli mutluluk verici olduğunu daha net anladım.


   Wikileaks işte bunu yaptı.Arkasında kimler var,kimler yok,örgütmü,teröristmi beni ilgilendirmiyor;sadece ortaya çıkan resmin kafamdaki imgelerle örtüşmesinin keyfini çıkarmaya çalışıyorum şu an da..


   İşte böyle olursunuz geri zekalı,hasta ruhlu,dangalak ,soykalar...Dünya düzeni kurmaya,şeytanları hayretlerde bırakacak karmaşık planlar yapmaya çalışırken biri üzerinizde ki perdeyi kaldırıverir ve hiç bir halt olmadığınız gözler önüne seriliverir böyle.Haydi bakalım,dünyanın haberleşme sistemini elinizde tutuyordunuz ya.Milyonlarca insanı dakikalar içinde öldürüverecek silahlarınız var ya...Devasa kuvvette ordularınız ,ajan örgütleriniz var ya...İktidarınız kurtarsın haydi,sizi,tüm dünya halkları gözünde düştüğünüz sefillikten.


    Yarın hiç bir şey olmamış gibi bu sineklerin yaşamlarına aynen devam edeceklerini bilmek ne kadar üzücü...
  
    Meğer dünya ne zamazingo bir yermiş...


    Teşekkürler Wikileaks her nerede yaşıyor ve yaşatılıyorsan...:)

BİR İHTİYARIN GÜNLÜĞÜ



1950
   "Her sabah evden çıkmadan önce aynanın karşısına geçin ve kendinize bir kaç kez seni seviyorum deyin."
  
     Sonra?

    "Kendinize gülümseyin"

     Eeeeeee?

     "El sallayın,kendinizi uğurlayın"

     Kitabı elimden bırakıp düşünmeye başladım.Gerçekten buna ihtiyacım var mıydı?Bu cümleleri ciddiye almalı mıydım?

     Gülümsedim sessizce.

     Ne kadar komik bir durum olurdu benim için bunu yapmak.Kendimi sevdiğimi biliyordum ve aynanın karşısında bunu söylemek anlamsızdı,zayıflıktı ve zaaflardan nefret ediyordum.

     Sinirlenmiştim.Cümleler hem çok estetik ve iç okşayıcıydı hem de içeriğinin uygulanması aptalcaydı.

    Kısa sürelik bu iç çekişmeden sonra kitabı tekrar elime aldım.Seri bir şekilde okumamı sürdürdüm.Kelimeler basit ve cümleler kısaydı ve kitap yağ gibi akıyordu.Kaç sayfa gittim öyle bilmiyorum,bir tek bile altı çizilmeye değer cümleye rastlamamıştım.Tam bunun nedenini zihnimde sorgulayacaktım ki sarsıcı bir cümle gözlerime çarptı:

     "Sevmeyi göze alamıyorsanız sevişmeyi denemeyin."

     Çevremde ki vahşi insan yaşamını düşündüm.O istek gelmeye başladığında bütün kontrolünü baştan aşağıya yitiren ve derhal isteğini gidermenin çarelerini arayan ve bunun için herşeyi;parayı,aşkı,sevgiyi,estetiği,edebiyatı kullanan vahşi insanları gözlerimin önüne getirdim.Bu cümle, bu insanların hangi birine ve ne kadar hitap ediyordu,acaba! "Hiç" dedim kendi kendime.Bu adam hayalcilik yapıyor ,cümleleri süsleyip püsleyip kitabı oluşturmuş ve kitap işe yaramaz bilgilerle dolu diye geçirdim içimden.

     ---------------------------------------------------------------------------------------------------------
2010

      Bu gün aynanın karşısına geçip kendime "seni seviyorum" dedim.Bu bana yıllar önce okuduğum bir kitabı hatırlattı.

     Oldukça iyi hatırlıyorum,kitabı büyük bir gerginlik içerisinde okumuştum.Gerginliğimin nedeni açıktı:Aynanın karşısına geçip kendi kendime "seni seviyorum" demek çok saçmaydı.Neden böyle düşünmüştüm?

     Henüz çok gençtim.Hayatımda seni seviyorum diyebileceğim o kadar çok insan vardı ki...Bu gün o insanların hiç biri hayatımda yok..Bu gün hayatımda insan yok..Kendimden başka.

    Şimdi anlayabiliyorum , o belkide çoktan hakkın rahmetine kavuşmuş yazarın söylediklerini.

   Kitabının adının anlamınıda şimdi daha iyi çözebiliyorum.Yalnızlık denilen şeyin aslında umutsuzluk,bir nevi ölümü bekleyiş hali olduğunu.

   Bu gün böyleyim.Hayattan hiç bir beklentimin olmayışı ,yalnızlığım.

   Sonunu bilerek yaşamak ne kadar acı.Hele de sonun çok yaklaştığını hissetmek.Hatta her an ölebilirim rahatlığıyla yaşarken,o anın bir türlü gelemiyor olması.İşte yalnızlığım bu:Sanki bir tren garında beklemek,saatini ve geldiğinde seni nereye götüreceğini kestiremediğin bir treni bekler gibi.

   Yine de kendini sevmek ve bunu kendine söylemek...

YAZMAK İSTİYORUM



 Hiç bir şey,
  Bilmiyordum,
  


Ama yazmak istiyordum,


 Yazmak istiyordum,
Tek malzemem yaşadıklarımdı,

Beni yazdım buraya,
Okumayın onu , işinize yaramaz,
Gelmeyin bu siteye
Yanlış anlamayın
Kovmuyorum sizi
Sadece korkuyorum
Zamanınızı heba etmekten


Beyhude bir çabaydı benim ki
Bir şey bilmiyordum çünki
Yazmak istiyordum ama
Yaşadıklarım vardı
Geride kalmış yığınların arasından
Ayıklanıp bulunacak
Bir kaç mutlu anlar
Başka hiç bir şeyim yoktu
Bir bilgim yoktu
Buraya yazacak
Kendimden başka
Hiç bir şeyim yoktu
İçim acıyordu,
Gözlerim seğiriyordu
Yalnızdım
Geçmişten kalma kelimeler
Beynimin ucuında
Asılıydı ,bekliyordu

Aşık olamıyordum
Aşk ben olamıyordu
Yaşama olan borcumdan
Yazmak istiyordum



Ruhumun derinlikleri kaynıyordu,

Yazmam gerekiyordu 
Konuşamıyordum,
Hiç bir şey bilmiyordum,
Kendimi yazdım buraya 
Çünkü bir şey bildiğim yoktu,

SEN ,ŞEHİR VE GİDİŞ



  
   Senin olsun,
   Gidiyorum,
   Sana sağır,dilsiz bir şehrin akşamlarını,
   Ve geçmişin ağdalı yaşanmışlığını,
   Bırakıyorum ,bu şehri ve seni,
   Şimdi hüzünlenir misin,sevinir misin ,
   Yüreğim kırık dökük,parça pinçik,
   Uzaklaşıyorum,
   Şehrin ve senin merkezinden,
   Benim için şehir sen demekti,
   Ve sen de şehir,
   Biriniz olmadan diğeriniz olamayacak kadar,
   Yalnızca birinizden cayamayacağım kadar,
   Gidiyorum,attığım her adımda bir hatıranın üzerine basarak,
   Gözlerim kapalı,sadece algılayarak
   Acele etsem iyi olacak,
   Birazdan gecenin hissiyatı,
   Ayaklarıma yapışacak,
   Martılar, şehrinde bensiz uçacak,
   Sabah gidişimin habercisi olacak,
   Telefonun bu sabah çalmayacak,
   Bu, içinde senin olduğun son şiir,
   Son şehir geçip gittiğim senden,
   Ayaklarım yakın semtlerine uğramayacak,
   Hesaplarını bozacak bir varlığım olmayacak,
   Olsun,
   Hayat bu,
   Belki de seni ve şehri,
   Daha mutlu yaşatacak...

28 Kasım 2010 Pazar

BİLMİYORUM DİYEBİLMENİN GÜZELLİĞİ

                      Okumak iyidir ama emin olun sizi insanlaştırmaz.



    Doğruyu doğru bir şekilde söyleyen insanları çok severim.Ama hiç kimsenin her zaman bunu başarabildiğini görmüş değilim.O yüzden insanlara yönelik hayralıklarım kimse üzerinde bir bütün oluşturamıyor.Çoğu kez bazı yönlerini sevdiğim insanların bazı yönlerinden kaçıyorum.
   İnsan olmanın nasıl bir şey olduğunu iyi bilirim.İçimden taşan duygularımı bastırmak ve kendimi çoğu kez tutmak zorunda kalmışlıklarım var herkes gibi.Bu bastırmalar ve tutmalar içimdeki şeylerin ayıp,günah ya da yasak olmalarından kaynaklanmıyor.Toplumsal hayatın bireylere sunduğu bir otokontrol mekanizması bu.Kimse size nasıl davranmanız gerektiğini söylemez.Yine de siz bilirsiniz ,davranışlarınızın üzerinizde oluşturacağı reaksiyonu.Kendi kendinizi durdurursunuz.

   Bu iyi bir şey mi?Tartışılır.

   Anarşistlere göre saçmalıktır.Komünistlere göre de öyle.Liberaller ılımlıdır bu konuda.Muhafazakarlara göre ise varsa yoksa cemaat.Cemaatin benimsemeyeceği her söz ,her iş aykırıdır.

   Şahsen bu çokgende ben hiç bir kenara yakın olmak istemiyorum.İçimden gelmiyor bu.Özgürlük denilen olgunun tanımının ucu açıklığına karşın kendi özgürlük tanımım üzerinden sürdürüyorum yaşamımı.Bu tanıma göre toplum bir hapishanedir.Sizi esir alır.Yavaşlatır.Kendinizi gerçekleştirmenize izin vermez.Üstelik toplum denilen kavramı avamlar oluşur.Hiç bir şey bilmeyen ama her şeyi bildiğini düşünen insanlar.Her aralık birilerinden yaşamın sırlarını dinlersiniz.Kafanız gereksiz cümlelerle ütülenirken kendinizi yetersizmiş gibi bile hissedebilirsiniz.Okuduğunuz onca kitabın,izlediğiniz belgesellerin,bildiğiniz lisanların işe yaramadığını görmek elbette ki sizi hüzünlendirecektir.Mevlana'nın eşsiz sözüne gelirsiniz:"Ne kadar çok bilirsen bil bildiğin şey karşındakinin seni anladığı kadardır."Yani suç sizde değildir.Kendinizi bir uzaylı gibi hissetmeniz gerekmez.Cehaletin mutluluk kaynağı olduğunu görürsünüz ve kahrolursunuz.Ayrıca da kendinizi farklı hisseder ,içinizde ,derinlerde bir yerlerde olağanüstü güzel duyguların gezindiğini görürsünüz.Bu eşsiz bir duygudur,başkalarından farklı olduğunuzu görmek.

   Biliyor olmak çoğu kez susmayı gerektirir.Edilgen bir görüntü sergilersiniz.Sıkılır ,sinirlenir,belki de böyle olduğunuz için kendinize kızarsınız.Ama biliyor olmanın bir başka boyutu daha vardır.Gerçekte sizden daha çok bilen birileriyle sohbet etmek;işte bunun tadı'da ,keyfi'de ,mutluluğu'da hiç bir şeye değişilmez.Ne söylediğinizi anlayan,ve bunu size verdiği yanıtlarla net bir biçimde ifade eden insanlar.Kendi adıma bu açıdan çok şanslı olduğumu düşünüyorum;bazı uzak ya da yakın insanlarla geceler boyu yaptığımız sohbetler bana kendimi yeniden öğretti ve öğrenmişliğin bu tarz hazzının hiç bir şeyde olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim."İnsan kendini insanda tanır" diyen Goethe'yi daha iyi anlayabildiğimi düşünüyorum.

    Aslında bir şeyi daha açığa kavuşturmak gerekir bu nokta da: Bilmek nedir?

   Şahsen bilmek deyince ben iki şeyi aklımdan çıkarmıyorum: Birincisi hiç bir şey bilmediğini bilmek ve ikincisi "ilim ilim bilmektir,ilim kendini bilmektir,sen kendini bilmezsen,bu nice okumaktır" dizelerinin anlatmış olduğu bilmek.Bu iki şeyi bilen insanların hayatlarında  insan olma konusunda daha akıllıca davranabildiklerini gördüm.Bilinçli bir şekilde bunu seçmeyi yeğledim.Söze bodoslama dalışlar yapıp topluluklar önünde kendi kendinizi aşağılamak derdinden kurtuluyorsunuz böylece.İnsanlar size güveniyor.Hakkınızda ki yorumlar her zaman saygı sınırları içerisinde oluyor.İnsanlarla ilişkilerinizde belli bir seviyeyi yakalayabiliyorsunuz ve en önemlisi ciddiyet eşiğinin altına düşmüyorsunuz.Bütün bunlar bence çok anlamlı şeyler...

    Çünkü eğitimi ,kültürü,toplumsal statüsü ne olursa olsun bence her insan saygı duyulmayı ve önemsemeyi hakediyor.Bunu bildiğinizde insanları önemsemek için politikacı,tüccar,öğretmen vesair herhangi bir meslek erbabı olmanıza gerek kalmıyor.

  Ve insan olmanız kolaylaşıyor...

27 Kasım 2010 Cumartesi

ANADOLU KÜRT CUMHURİYETİ



      Bir gün Abdullah Öcalan hapse girecek ve on üç metrekarelik bir hücreden Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni tehdit edecek ve O'nun tehditleri karşısında da herkesin dili donacak deselerdi.

      Bir gün gelecek,bu ülkede ki bütün televizyon kanallarının haber servisleri (Uğur Dündar hariç) ve gazeteler Abdullah Öcalan'ın açıklamalarını yayınlamak için sıraya girecek deselerdi.

     Bir gün Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı dünyanın gözleri önünde İsrail Başbakan'ına fırça çekecek ve yine aynı başbakan yüz bin insanın ölümünde baş aktör olarak görev yapmış birinin tehditleri karşısında ağzını açıp bir kelime edemeyecek deselerdi...

    Bir gün gelecek Abdullah Öcalan uçsuz bucaksız dağlarda elde edemediği gücü on üç metrekarelik dört duvar arasında elde edecek deselerdi...

   Bütün bunları fazla değil on iki yıl önce birileri bize söylese idi hiç birimiz inanmazdık.

   O zaman birazcık mantığımızı kullanıp bir akıl yürütmesi yapalım.

    Bu gün bize , bir gün gelecek diye başlayan cümleler kursalar ve deseler ki;

    Abdullah Öcalan hapisten çıkacak...

    Abdullah Öcalan TBMM'de milletvekilliği yemini edecek...

    Abdullah Öcalan yeni kurulan Anadolu Kürt Cumhuriyet'inin Başbakanı olacak...

    Anadolu Kürt Cumhuriyeti'ni ilk tanıyan devletler olan ABD ve İsrail Devlet Başkanları Anadolu Kürdistan Devlet'ine ilk resmi ziyaretlerini birlikte gerçekleştirecekler ve ziyaretin ardından şu açıklamayı yapacaklar:" Yeni stratejik ortağımız olan AKC'ye olan güvenimiz tamdır.Ortadoğu'da başlayan bu yeni dönemde AKC ile tam bir ortaklıkla hareket edeceğimizi duyurmaktan onur duyuyoruz."

     Anadolu Kürt Cumhuriyeti Avrupa Birliği'ne alınacak...

     Anadolu Kürt Cumhuriyeti NATO'ya alınacak...

     Anadolu Kürt Cumhuriyeti Başbakanı Abdullah Öcalan  Türkiye'ye ültimatom verecek:"Sabrımızı taşırmayın"

    Bütün bunlara bu gün hiç kimse inanmaz bu ülkede...Hatta bunları en hayalperest PKK militanlarına söyleseniz onların bile inanmama olasılığı var bence...Tıpkı bu gün yaşananlara yıllar önce söylenmiş olsaydı inanmayacağı gibi...

    Oysa şu gerçekleşenlere bakacak olursak burada sayılan her şeyin yakın gelecekte olması mümkün.

     Olur mu olmaz mı bu günden kestirmek zor fakat bir şeyi altını çizmek lazım:AKP 'nin davranış biçimleri hiç normal değil..Erdoğan'ın gözleri ve sözleri fıldır fıldır dönüyor.Bir hafta önce söylediğinin tam tersini söyleyiveriyor...(Füze kalkanında ki buton meselesi örneğin)

    Abdullah Öcalan bir ay öncesine kadar devletle çok anlamlı görüşmeler yaptığını söylüyor.Bu sözler Türkiye Cumhuriyeti Devletinin zirvesine doğrulatılıyor.(Cumhurbaşkanı Gül:Terörle sadece silahla mücadele edilmez. Yeri geldiğinde diplomasi, yeri geldiğinde TSK devreye girer. ) (Abdullah Öcalan'ın anlamlı bulduğu bu  görüşmelerin içeriğini varın siz düşünün...) Abdullah Öcalan devletle görüştüğünü söylerken ve Cumhurbaşkanı bu görüşmeyi doğrularken hükumetin "İmralı bizim muhatabımız değil" demesi ne anlama geliyor acaba.


     Anlayacağınız şu aralar çok garip şeyler oluyor Türkiye'de.İşin daha da garibi hemen hemen herkes tuhaf bir süreçten geçildiğinin farkında...Ve sanki bu konulara en duyarlı kesimlerin üzerlerine ölü toprağı serpilmiş gibi...


     Herkes suskun,herkes umursamaz ve yaşadığımız bunca olay sanki çok normalmiş gibi davranmakta herkes...


     

   
 

AİLEM

  
    Bir gün,onların olmadığı bir dünyada,belki de yıllar yılı yaşamak zorunda kalabileceğim düşüncesi ,arada bir zihnime düşüverdiğinde,tüm vücudumda derin bir acı,titreme,ürperme,kasılma,korku,heyecan fırtınası,gerginlik,yalnızlık,endişe,tasa,keder,hüzün,baskı,şiddet,yenilmişlik,aldanmışlık,pişmanlık vesair melankoliye dair tüm negatif duygularım açığa çıkıveriyor ve kalbim yuvasından fırlayacakmış gibi çarpmaya başlıyor;adeta nefes alamaz bir halde onları görmeye,onlara sarılmaya,varlıklarını hissetmeye, karşı konulmaz bir istek ve ihtiyaç duyuyorum.

   Canımdan parça anneciğim,babacığım ve kardeşim.Sizi çok seviyorum.

   Bütün dualarımda YÜCE ALLAH (CELLE CELALÜHÜ) 'tan öldükten sonra ki sonsuz yaşamda onlarla birlikte cennette ,sonsuza kadar yaşayabilmeyi temenni ediyorum.

   Ölüme dair hiç bir isteğimin olmamasına karşın , eğer onlardan biri ,bir gün gidecekse şu yeryüzünden,benimde bu yolculuğa dahil olmayı isteyiveresim geliyor YÜCE ALLAH'TAN(CELLE ŞANÜHÜ)

   Ancak yaşamımızın onun takdiri olduğuna duyduğum inanç aynı zamanda ölümümüz içinde geçerli.

  Herşeyin hayırlısını dilemekle beraber eğer annem ve babam gideceklerse ,sanki benim de onlarla birlikte gitmem daha hayırlıymış gibi hissediyorum;elbette ki ALLAH'ın (CELLE ŞANÜHÜ) emri olan bu duruma ,şeksiz ve şüphesi teslim olarak ve boyun eğerek...

 RABBİMİZ!BİZE YAŞAMINDA ÖLÜMÜNDE HAYIRLISINI VER....

Ya yolunda yürüyeceksin,ya da yol olacaksın


    Yapmam gereken tek şey geriye dönüp bakmamak.
    Etrafa da bakmamak...Başım önümde,kulaklarım sağır,aklım sadece varacağım noktaya odaklanmış vaziyette yolumda yürüyüp gitmek.
   Kendi yolunda yürüyebilmenin mutluluğunu duyumsayarak ,ve insanca...
   Geçmiş ,güzelliklerle bu kadar doluyken dönüp onu izlemek  hüzün kaynağından başka bir şey olmaz.Ve bu hüznün, atılacak adımları sendeleteceğide aşikar.Öyleyse ,bir yol varsa önünde yoluna bak.Geriye değil.
   Geride sadece güzellikler kalmış da değil.Elbette kırgınlıklar,başarısızlıklar,aptallıklar vs var.Hatta bunlar miktar olarak güzelliklerden çok daha fazladır.Sadece ,güzelliklerin yoğunluğunu aşamadıklarından geçmiş güzelliklerden ibaret gibi görünür.Pişmanlıklar,keşkeler geçmişin bu yüzüdür.

   Geçmişe bakmanın bu güne hiç bir tesiri olmasa bile,dönüp bakmak için durmak zorunda olman bile bir  zaman kaybıdır.Ve zaman geriye kazanılması mümkün olmayan kayıptır.O yüzden başını geçmişe çevirme.

   Etrafındakileri duyma.Sana kendi hayat tecrübelerini yansıtmaktan başka bir şey yapmayacaklardır.Onların hayatı onlarındır.Bir düşün,sen O'musun?Ya da sen ne kadar O'sun?İnsan olmanın ve aynı organizmaya sahip olmanın dışında neyiniz var benzeyen.Birbirimize çok benziyoruz diyen iki insan arasında bile yedi tam benzerlik bulmakta zorlanırsın.Öyleyse gittiğin yolda birilerinden gelecek tesirler seni sen olmaktan uzaklaştıracaktır.Avam tavsiyeleriyle doğru yolda yürüyemeyeceğin aşikar.Zihnine giden kanalları tıka ve yolunda yürümeye adan.

   Etrafındakilere de bakma.Kafanı karıştıracaklardır.Hissettiğin yabancılığı artıracaklardır.Doğrularını sorgulamana neden olacaklardır.O kalabalıklar bir karmaşa yığınından ibarettir.Ve o kadar yoğundur ki sanki hepsi bir bütünmüş gibi görünür.Sende o bütünün kenarında minicik bir parça..Kendini böyle algılatırlar sana ve güçsüz hissetmene neden olurlar. Onlara katılmayı düşünüverme tehlikesi baş gösterir ki bu çok büyük bir tehlikedir.Batıla dalanlarla birlikte sende batıla dalar gidersin,haberin olmaz.

   Senin yolun nedir?

    Senin yolun kalbindir.Gittiğin yolu kalbine çizdirirsen eninde sonunda yolun hedefe giden doğru yolla birleşir.

    Ya yolunda yürüyeceksin,ya da yol olacaksın...

    Bu hayatta üçüncü bir seçeneğin yoktur...

AZALAN GENÇLİK HAYALLERİ VE ARTAN KABUSLAR:KORKU



       Gençlik hayallerim gençlik sonrası kabuslara doğru evrilirken "bunları yaşaman için henüz erken " tesellisinde bulunuyor bir arkadaşım.
       "Bu acıları yaşamam için mi erken " diye soruyorum O'na.
       "Daha onlara var,hem de yıllar var,şimdi sırası değil,yaşamana bak" diyor.
        Bunun üzerine düşüncelere dalıyorum.
       Hayatım boyunca sayamadığım kadar farklı nedenlerden acı çeken insanlar gördüm,acılarını hissettim ve hiç birinin acısının gerçek anlamda yok olduğunu görmedim.Özellikle bazılarının hayatı sanki acılar silsilesi gibiydi.Biri bitiyor diğeri başlıyordu.
      Ve hayatım boyunca hep korktum.Onlar gibi olmaktan,acılara gömülmekten,umutlarımı yitirmekten...Hepsinden felaket derecesinde korktum.
     "Ateş düştüğü yeri yakar" diyorlardı.Yani size ait olmayan bir sancı sizi acıtmaz.Şahit olduğum tüm acılı insanlar içimi eritti benim,oysa.O insanlarla aramızda temelde hiç bir fark yoktu.Onların başına gelen er ya da geç benim başıma da gelebilirdi.Bir de o kadar çok felaket çeşidi gördüm ki...Daha göremediğim sonsuz sayıda ki mevcutları da düşünürsek her an kendimi ölümcül bir felaketin ortasında buluvereceğimden korkuyorum.Her yerimi saran,hareketlerimi kısıtlayan,azıcık mutlu oluversem anında beni uyaran bir korku bu.Beni en çok etkileyen özdeyişlerin başında gelen, Mevlana'ya ait "insanların öldüğüne değil doğduğuna ağlayın" sözünün neden beni bu kadar etkilediğini şimdi çok daha iyi anlayabiliyorum.Ağlayarak gözleerimizi dünyaya açmamızın da bu anlamda bir tesadüf olmadığını açıkça görebiliyorum.Belki bütün davranışlarımız sonradan kazandığımız,öğrendiğimiz,belirli şartların ürünü olan davranışlar.Ama ağlamak öyle değil.Ağlamayı öğrenmeden ağlayabildik biz.Ağlamanın bilgisi daha biz doğmamışken bize verildi.Ki bu geldiğimiz yer olan dünyanın nasıl bir yer olacağını bize gösteren ilk önemli belirtiydi.

     Şimdi korkularımdan arınmaya,buna cüret etmeye bile korkuyorum.Profesyonel yardım almam konusunda ki önerileri bu yüzden reddediyorum.İlaçların getireceği mutlulukların yaratacağı boşluğun,acısızlığın,mutluluğun yılların an an,saniye saniye oluşturduğu bu kabus dolu yapıyı çökertip,hiç bir şeye benzemeyen hayatımı temelinden dinamitleyip başıma yıkıvereceğinden ürküyorum.

    Korkularımla ve o korkulardan doğan acılarımla başbaşa yaşamaya ve onlara alışmaya çalışıyorum.

26 Kasım 2010 Cuma

LIKE BAĞIMLILIĞI


     Ey Allah'ım,dünya nereye gidiyor!
     Dün Sırbistan'dan arkadaşım aradı,rahatsızlanmış,hastaneye gidecekmiş.
    "Hayırdır kardeşim,neyin var , üşüttün mü" deyince gülümsedi önce ve "evet üşüttüm" dedi.
    "Eee  sen hakettin bunu" dedim."Sen güzelim Akdeniz'i bırak,git elin soğuk memleketlerine,sonra üşüt hastaneye git.""Biz burada kısa kolluyla gezeceğiz neredeyse,siz orada üşütün."
     Bu arada o hınzır hınzır gülüyordu.
    "Bu bildiğin üşütmelerden değil,like bağımlısı oldum" deyince şaşırdım.Bozuntuya vermek istemedim ama o yine de bilmediğimi hissedip anlattı.
    Like bağımlılığı tıp literatürüne taze girmiş bir psikolojik rahatsızlıkmış.Facebookta paylaşım yapanlar videoları,fotoğrafları beğenilmediğinde depresyona giriyorlarmış.Ayrıca  fotoğraf ve video paylaşanlar paylaştıkları bu dosyaların beğenilme oranlarını birbirleriyle yarıştırıyorlarmış.Ve videosu ya da fotoğrafı diğer arkadaşlarınınkinden daha az beğenilenler bile ruhsal bunalım içine giriyorlarmış.
   Yirmili yaşlarda bir bayan paylaştığı video yirmi dakika boyunca beğenilmeyince hezeyana uğrayıp bileklerini kesmiş.Allahtan zamanında müdahale edilmişte,kurtarılmış.
   Bunun için başta Sırbistan olmak üzere Avrupa Ülkeler'inde Like Bağımlıları klinikleri bile oluşturulmaya başlanmış.Like sendromuna tutulan hastalar bir süre bu kliniklerde tedavi edilecekmiş.Tedavi süresi ve şekli hastadan hastaya değişiyormuş.
   Facebook'ta genel ev kuranları, medeni halini "ilişki de değil" diye değiştirdiği için boşananları hatta aynı nedenden sevgililerini kurşunlayanları duymuştuk ama sanırım like bağımlılığı hepsinden farklı.
    Facebook'u kurup dünyayı değiştiren ,dünyanın en genç milyarderi ,"VELET"in icadı neler yapmaya başladı.
   Siz siz olun.Siz daha nasıl siz olacaksınız onuda bilmiyorum ama çok fazla kapılmayın bu icada.
   Like Bağımlılığı sizede bulaşabilir.
   Bizden söylemesi..

25 Kasım 2010 Perşembe

ALABİLDİĞİNE İNSAN:BABAM

    
     Bu yazıyı babamı anlatmak için yazmıyorum.Sadece bir konuyla ilgili bir örnek vermek istiyorum.Bu yüzden babam diyerek başladığım ve babam diyerek sürdürdüğüm yazının onu methetmeye adanmış bir yazı gibi algılanmamasını rica ediyorum.
    
     Alabildiğine insan... Onun hakkında binlerce yazı yazsam onun insan taraflarını,insan yaşamını anlatmayı tamamlayamam.
  
     Medeni toplumlarda medeni,güzel ahlaklı insanlar arasında ahlaklı  olmak ve kalmak kolaydır.Kimse sınanmadığı bir günahın masumu olamaz çünkü.Günahların ortasında "sıfır hata" ile masumiyetini koruyabilmiş bir adam :Babam.

    Medeniyetin ve insan olmanın ölçüsü insanlara olduğu kadar insanlar dışında ki diğer varlıklara karşı da saygılı olmaktır.Bunun için zengin olmaya falan da gerek yoktur."İnsanlarımızın sorunlarını hallettik hayvanların sorunları mı  kaldı" diyen sanatçılarının olduğu bir ülkede bir örümceğin bile hakkına saygı göstermeyi kendisine görev edinmiş bir adam: Babam.

     Onun medeni ve insani yanları anlatmakla bitmez  benim için ;ama herkese örnek olacağına inandığım bir anıyı paylaşmak için yazıyorum bu satırları aslında.

     "Hayvanların hakları kutsaldır.Hayvan haklarına saygı duymayan bir millet dünyanın en zengin milleti bile olsa bir önemi olmaz"

      Bu cümleleri bana söylediğinde ben henüz onlu yaşların başındaydım.O kadar içten ve o kadar naif duygularla aktarmıştı ki bunları  babam ,aradan geçen yıllara rağmen o anlar,özellikle O'nun bakışlarında  ki  berraklık hala hafızamda.

    "Hayvanlara nasıl saygı duyacağız,baba" diye sormuştum O'na.

      "En az insanlar kadar değer vererek" demişti.

      O günlerde tam anlayamamıştım bu sözü ama sevmiştim.Halen de seviyorum.

     Ve babam yaşam tarzıyla hayvanlara "en az insanlar kadar değer vermenin" ne olduğunu bizzat anlatmıştı.

      Şehirlerarası uzun yolculuklarımızda arabasını durdurup "karşıdan karşıya " ağır ağır,pati pati, geçmeye çalışan kaplumbağaları,elleriyle yolun karşısına nasıl bıraktığının ve ardından "arabalar bu zavallıcığı" ezmesin "günahtır" deyişlerinin örneklerini vermeyeceğim burada.

     Sadece bir davranışını anlatacağım ,başka hiç kimseyi öyle davranırken görmediğim ve görmediğim için de üzüldüğüm.

     Bir mübarek cumadır gün.Bahardır.Hayvanların yavaş yavaş yaşam alanlarına ,doğalarına dönmeye başladıkları bir zamandır.

      İşyerindedir babam ve Cuma Namazı için hazırlanmaktadır.

      İşyerinin önünden geömekte olan otoyoldan bir gürültü gelir.Ardından da hav havlarla karışık bir inleme.İnleme kesilmez.Kimse bu inleyen niye inliyor diye sormaz.Babam dışında.

     Ofisinden çıkıp inlemenin geldiği yöne bakınca sahipsiz (sahibi Allah'tır c.c) bir köpeğin kanlar içinde yerde yatmakta ve inlemekte olduğunu görür.Hemen köpeğin yanına koşturur. "Vicdansız" der kendi kendine.Vicdansız zavallı köpeğe çarpmış ve hiç umursamadan,dönüp arkasına bakmadan defolup gitmiştir.Hoş insanlara çarpıp kaçan hayvan şoförlerinin bol olduğu bir ülkede bu çok doğal karşılanacak bir davranıştır belki ama babam bu ahlakta değildir.

       Köpekcağızın arka ayak ve sırt bölgesini ezmiştir vicdansız.Geri tarafı ise sağlamdır.Acı içinde kıvranmaktadır köpekcağız,bu acı içinde kıvranışta babamın kalbini parçalamaktadır.

      Kanlar içinde ki köpeği kucaklar,ofisine getirir..Hayvancılıkla uğraşan bir tanıdığını arayıp kendisine iyi bir veteriner önermesini ister.Veteriner bulunur ve acele çağrılır.

     Kliniğe götürülür köpekçik.Ameliyat edilir.İlaçlar yazılır.Acıları dindirilmiş,tedavisi yapılmış,hayatta kalması sağlanmıştır.Ardından ofise getirilir.Hayvancağızın iyileşebilmesi için düzenli beslenmesi ve ilaçlarının düzenli bir şekilde verilmesi gerekmektedir.Tüm bunların takibini günlerce bizzat kendisi yapar ,babam.

    Hayvancağız iyileşir.Belden aşağısı,yani arka ayakları felç olmuştur.Hayvancağız yürüyebilmek için arka ayaklarını sürümek zorundadır.Bu da tabii hayatını oldukça zorlaştırmaktadır.Babam bunun içinde çare düşünmeye başlar.

    Bir marangoz tanıdık çağrılır.Arka ayakların ölçüsü verilir ve ağaç malzemeden,tekerlekli bir protez yaptırılır.

     Hayvancağızın yaşadığı haketmediği vicdansızlığın yaraları bir nebze olsun sarılmaya çalışılmıştır.

    O köpek halen ofisinin bulunduğu geniş bahçede ,babamın gözetiminde hayatını sürdürmektedir.

    Bu satırları babamı övmek için kaleme almadım.Babamın böyle bir şeye ihtiyacı olmayacağının bilincindeyim.Çünkü çevresindekiler olarak biz O'nu çok seviyoruz.

     Hayatım boyunca ne televizyonlarda,ne gazetelerde,ne internet medyasında ne de çevremde şahit olma bahtiyarlığına ulaşamadığım bu hadisenin eşsiz olduğuna inanıyorum.Ve bu bahtiyarlığın gerçekleşmesine belki birazcık katkısı olabilir ümidiyle paylaşmak istiyorum.

    Benim için bunu yapanın babam olması ayrı bir onurdur ancak;her hangi sıradan birinin bunu yaptığını duysam bile aynı mutluluğu ve onuru yaşayacağımdan şüphe duymuyorum.Bu yüzden bu örneklerin toplumumuzda artmasını temenni adına bunları paylaşmak istiyorum.

    Bu gün gazeteler ülkemizin dünyanın en büyük on beş ekonomisi arasına girdiğini söylüyor ve gelişmişliğimizden söz ediyorlardı.Biz bizim dışımızda ki canlılara da hakkıyla sahip çıkmadan asla gerçek anlamda gelişmiş falan olamayacağız.Onların yaşam sahalarını büyük bir bencillikle olabildiğince daralttık zaten.Bari birazcık sahip çıkmaya çalışalım.

   Hiç bi şey kaybetmeyiz..

 

Üzülecek onca şey içinde bize,mutlu olmak kaldı.


    Sabah akşam uyuyasım var bu günlerde.İşim gücüm olmadığından mıdır,beynimin içi soru(n)larla dolu olduğundan mıdır, gözlerimi açamıyorum.O kadar yorgun,o kadar korkak,o kadar hiç bir şeye hali kalmamış hissediyorum ki kendi mi..Daha da kötüsü bu hal-i ruhiyyatı çevreye belli etmemek konusunda duyduğum zorunluluk.

    Biliyorum,ilk değilim depresyona girmiş...En kötü depresifte değilim,benden çok daha kötüleri de var,bunu da biliyorum...

    Keşke derdim kendimle değil başkalarıyla olsaydı.Bence insanın kendiyle mücadele etmesi başkalarıyla mücadele etmesinden çok daha zor.Tıpkı kendisine hükmetmesinin başkalarına hükmetmesinden daha zor olduğu gibi.

    Aslında tüm bu dibe vurmuşluğa bir tek neden bulabiliyorum kendimce:Unuttum cümleyi iyi mi?Noluyor bana Allah'ım...Acil yazmak istediğiniz bir cümleyi unutuvermeniz de ayrı bir dert ve ben bunu bu günlerde sık sık yapıyorum..İçinizdeki derdi,sıkleti,negatif düşünceyi dışarıya atmaya çalışırken elinize geçen iri bir parçayı tekrardan içeriye kaçırmak gibi.

    Ama dertler öyle kolay kolay terketmezler insanın yüreğini.Kötü huylu bakteriler gibi çoğalır dururlar.Ruhumuzu kemirir dururlar.Bitsin bu çile isteriz bazen de ruhumuz tükenmez.

    Böyle bir dünyada ,böyle bir düzenin altında yaşıyor olmanın bedelidir bu.

    Yapmak istediğim tüm sorunlardan sistemi,kurulu düzeni sorumlu tutmak değil aslında;sadece mutlu olunabilecek hiç bir şey bulamamak üzüntüsündeyim.Mutluymuş gibi yapmak,mutsuzluğunu bile doyasıya yaşayamamak hali bu.Nedensiz bir şekilde mutlu olabilen o kadar çok insan var ki ;mutluymuş gibi davranmak zorundayız maalesef."Dışı güler içi ağlar " diye buna deniyor işte.Onlara da hak vermek gerekir,yıllardır sağda solda,televizyonda,panellerde ,konferanslarda , yayın organlarında "küçük şeylerle mutlu olmayı bilin"diye konuşan sermayenin psikoloji ağızlarını dinleyip durdular.Neler söylemediler ki onlar  mutlu olunacak bu küçük şeyler için: Ayakkabım yok diye üzülme ,ayağım var diye sevin ; oysa zaten ayağım olduğu için ayakkabı istiyorum  ve ayakkabım olmadığına üzülüyorum diyemedik.Bardağın dolu tarafını gör,bardağını doldurmaya uğraşmaktan vazgeç, en çok telaffuz edilen cümleler sıralamasında hep birinciliğe oynamadı mı yıllarca ve hala.Okuyanları aptal yerine koymaktan ve aptallıklarını artırmaktan başka hiç bir işlevi olmayan ,hayatı çözdüğünü düşünen bir alay geri zekalının yazdığı kişisel gelişim kitapları "best seller" olmadı mı bu ülkede?
  
     Neredeydik, nerelere geldik, işte halimiz budur.

     " Ağlamak güzeldir" diyen Sezen artık ağlatan şarkılar yapmayı çoktan bıraktı."Yalanda olsa mutluyuz ya bu bize yetiyor" diyen adam da yok artık.

      Mantığımızı nelere feda ettik...

     Geriye özgürce depresyona giremeyen zavallılar olarak kaldık.Ağlayamadık.

    Geriye yalın ayak çocuklar için gözyaşı dökememek kaldı.Savaş meydanlarında ölen çocukları savunmak Tayyip Erdoğan'a kaldı sonunda.

     Üzülecek onca şey içinde bize,mutlu olmak kaldı.Yazıklar olsun...
  

  

 

ŞİDDET


     Tık...Tık...Tık...
    
     Gel...

     Geeellll...

    Tık...Tık...Tık...

    Geeeellllllll.

    "Telefonu kaldır,sekreteri ara ,kim kapının önünde ki,sor ,öğren...Ya da dur bekle, bir kaç saniye daha..."

    Kapı açıldı.

    "Bir saattir gel diye bağırıyorum kızım,duymuyor musun?" dedi patron.

    "Özür dilerim efendim,bu gün kulaklarım tıkalı, o yüzden pek az duyabiliyorum maalesef" dedi patronun muhatabı.

     Karşısında ki itaatkar ve kibar tavır karşısında yumuşadı patron,kızdığını unuttu ve ne istediğini sordu muhatabına.

    "Bence kızmalıydın.Bunlara yüz vermen doğru değil.Yarın astarını da isterler ama ne zaman isterler biliyor musun? Verecek astarın olmadığını bildikleri zaman"

    "Hayır ,o yanlış söylüyor,en iyisini yaptın.Hem kızman gerekecek bir hata yok.Üstelik kulakları tıkalıymış.Hasta olup olmadığını sor..."

      "Efendim, telefon almayacağınızı söylediniz ,ama bir bey ısrarla sizinle görüşmesi gerektiğini söylüyor.İsmini ve neden görüşmek istediğini söylemek istemiyor,özelmiş,ve önemliymiş,onu haber vermek istedim" dedi muhatap.

      "Telefonu bağlamasını söyle.Arayan önemli dediğine göre ortada önemli bir durum var."

      "Bence de telefonu bağlasın.Kim miş, ne istiyormuş arayan ,öğren.Hem bir şey kaybetmezsin..."

      "Bağla kızım,bağla.Bakalım kim miş gizemli şahsiyet " dedi patron.

       Telefon bağlandı.

      "Evet benim"

      .......................................................

      "Önce kendinizi tanıtır mısınız lütfen?"

      .......................................................

      "Hmmmmm...Öyle mi?"

       .....................................................

       "Evet..."

      .....................................................

     "Anlıyorum sizi.."

      .....................................................

      "Hak veriyorum, kesinlikle..."

       ....................................................

      "Bunlar telefonda konuşulacak işler değil.Dilerseniz sizi aldırayım bulunduğunuz yerden.Ofisime gelin,rahat rahat konuşalım."

    .......................................................

     "Buraya gelirseniz rahat rahat konuşuruz."

     .............................................................

      "Tamam.Ben adresinizi not ettim.Arkadaşlarım birazdan gelip sizi alacaklar.Bu arada bir de telefonunuzu alabilir miyim? Arkadaşlar geldiklerini size haber verebilsinler"

    ..................................................................

     "Peki ,tamam...Arkadaşlar gelince sizi ararlar sizde çıkarsınız."

    .................................................................

     "Rica ederim..Teveccühünüz...Siz sağ olun "

      Telefonu kapatıp sekreteri aradı patron:

      "Kızım ,Ali gelsin."

       "Yanlış yaptın.Bir kere adamın ayağına araba göndermemeliydin.O kim ki?Sıradan bir herif..Sonra hiç tanımadığın,yüzünü bile görmediğin bir adamı ofisine davet ettin.Hırlı mıdır,hırsız mıdır, hiç bir fikrin yok."

      "Katılıyorum.Görüşmeyi erteleyebilirdin.Bu sana sorun yaratabilir.Söylediği şey önemli olabilir ama senin için değil,onun için önemli..."

      "İkiniz de çenenizi kapatın.Adam yanlış yapmadı.Burası dağ başı değil. Altı üstü basit bir görüşme olacak.Hem konu önemli bir konu. Alevler başlar başlamaz üzerine su dökmezsen sonra yangın olduğunda altından kalkamazsın."

     "Bence doğrusu şu:Önce Ali adamı bir soruştursun.Eğer sakat bir durum yoksa adamı buraya getirsin.Her şeye rağmen tedbirli olmakta...."

     Tık...Tııkkkk....

     "Geeellllll"

     Kapı açıldı ve Ali saygılı bir biçimde içeriye girdi:"Beni emretmişsiniz efendim."

     "Aliyi karıştırma bu işe.Ali senin şöförün,bu işlerden anlamaz...Sakın Aliyle konuşma"

     Patron kısa bir süre düşündü ve önünde duran kağıdı Ali'ye uzattı.

     "Bu adrese gideceksin Ali.Adamın ismi ve telefonu orada yazıyor.Buraya getireceksin O'nu.Gelirken de bana sigara al." dedi patron.

     " Derhal efendim" dedi Ali.

     "Ha,Alii ,unutmadan,malum hava yağmurlu,dikkatli git gel olur mu?Bir de sekreteri bana çağırıver giderken..."

      "Peki ,efendim.." dedi Ali.

       "Bizi dinlemiyorsun.Kafana göre hareket etmek sana zarar verecek."

       "Yanlış yaptın,farkındasın değil mi?"

       "Yanlışını hala düzeltme şansın var.Ara Ali'yi,gitmesin.Başına...."

       Tık...Tık...Tık....

      "Gel"

      Kapı açıldı ve sekreter: "Beni emretmişsiniz efendim"

     "Kızım az önce sormayı unuttum,kulaklarım tıkalı demiştin,hayırdır,hasta değilsindir umarım."

     Sekreter kız gülümsedi. Bu ilgi ona çok başka anıları hatırlatıyordu.Annesiyle olan anılar...Dokuz yaşındayken kaybettiği ve bir an olsun içinden atamadığı annesini...

     "Bilmiyorum efendim,ama şu an daha iyi hissediyorum.İlginize çok teşekkür ederim.."dedi sekreter.

     Patron böyle davranmayı seviyordu.Çalışanlarına karşı duyduğu suçluluğu bir nebze olsun hafifletiyordu bu söylemler.Suçluluk duyuyordu, evet.Çalışanlarıyla arasında ki eşitsizliğin farkındaydı.Alabildiğine bastırıyordu bu duygularını.Kurulu düzen vicdanını bastırmasına yardım ediyordu.O diğer patronlar gibi değildi.Çalışanlarını sever ,korur,onlara karşı kibardır,"bakın işte" sağlık sorunlarıyla bile ilgilenir,paraya ihtiyaçları olduğunda ikiletmez;O'nun patronluğunun iyilikleri saymakla bitmezdi ve fakat gel gör ki bastırıla bastırıla tulum olmuş bir duygu,"eşit olmadıkları" duygusu -aslında bu bir gerçek- ruhunun derinliklerinde bazen hareketleniverir,göz kapaklarının arkasında,bazen rüyalarında  ansızın karşısına dikiliverirdi. İşçilerine karşı gösterdiği bu al-i cenaplığın nedenlerinden küçük bir kısmı bu duyguyla ilintiliydi.

    "Tamam kızım,ben iyi olup olmadığını merak ettim.İyi olmana sevindim." dedi oldukça babacan bir tavırla.

    "Teşekkür ederim efendim,ilginiz için..Sağolun"

     Sekreter çıktı.

      "Bunları tepene çıkaraksın bu gidişle.Bir türlü anlayamacaksın değil mi: İyilikle iyi olunmaz.Kötülükle iyi olunur."

     "Sen ona bakma.Sen doğrusunu yaptın."

      "Saçmalama!Doğru falan değil. Görmüyor musun daha bir kaç hafta önce Salim ustanın yaşadıklarını.İşçileri adamı satıverdiler.Adam iflasın eşiğinden döndü.Salim Usta işçileri için neler yaptı bilmiyor musun?Bunlara iyilik iyi gelmez.."

      "Ben ikinize de katılmıyorum.Hayat bu adamın kendisinin.Dilediği gibi yaşar.Serbest bırakın.Özgürlüğüne karışmayın adamcağızın."

       "Aslında bu kadar çok ilgilenmen doğru değil."

       "Bak,sen onları dinleme.Bu hayatta eninde sonunda iyiler kazanır,kötüler kaybeder.Kazanan tarafta yer almak istiyorsan iyi olmalısın.Belki sana gelecekte ihanet edecekler,iyiliklerini görmezden gelecekler.Olsun.Sen iyiliğini muhafaza ederek yaşa hep."

       "Sen onlara iyi davranmıyorsun...Sen onlardan korkuyorsun."

       "Sadece aranızda ki eşitsizliği meşrulaştırmaya çalışıyorsun.İyi olmaya çalışmanın nedeni bu."

       "Hayır neden sadece bu değil.Başka nedenlerde var.Senin yaklaşımın bu.Onları ne kadar severmiş gibi görünürsen ve bunu onlara ne kadar iyi hissettirirsen hepsi sana bağlı olur,ve daha iyi çalışır"

       "Senin diğer patronlardan bir farkın yok aslında.Onlar ellerinde sopa,ağızlarında küfürle başkalarını sömürüyorlar sen iyi gibi görünerek sömürüyorsun.Sonuçta hep birlikte sömürüyorsunuz."

       "İyi değilsin.Bunu sende biliyorsun."

        "Aldırma..Meyve veren ağaç taşlanır.Sen yoluna devam et."

        "Başardıklarını bir düşün."

        "İyi de olabilirsin kötü de olabilirsin.İnsansın."

        TIK TIK TIK...
    
        .................................................................

       TIK TIK TIK....

       Geeeelllll!

      "Efendim telefonunuza cevap vermediğiniz için kapınızı çalmak zorunda kaldım, emrettiğiniz kişi geldi,alayım mı odanıza" dedi sekreter.

        Başını indirip kaldırarak cevap verdi patron.Kaşları hafif çatık,gözleri azıcık kısık,dudakları birbirine yapıştırılı,alt dudağının iç kısmı dişlerinin arasında....

       Birazdan içeriye ortadan biraz daha kısa mı yoksa uzun mu olduğu muamma bir adam girdi.Patronla el sıkıştılar ve patronun gösterdiği koltuğa oturdu adam.

      "Hoş geldiniz" dedi patron.

      "Hoş gelmemişe benziyor.Sen bu adamdan kork.Baksana herifte ki..."

      "Hoş bulduk"

      "Size ne ikram edebilirim?" diye sordu patron...

     "Neden sürekli her gelene bir şeyler ikram etmek zorunda hissediyorsun ki kendini? Bunu isteyerek yapmadığını biliyorsun değil mi?"

     "Geçen gün Hamdiye kendini överken bunu kullandın.Hatırladın mı?"

     "Sen isteyerek ya da severek ikram etmiyorsun.Çünkü bunu hiç düşünmedin.Etrafta gördün ve aldın.Düşünmeden yaptıkların sana ait değildir."

     "Eğer zahmet olmayacaksa çay alabilirim." dedi adam memnun bir ifadeyle.

     "Zahmet olmayacaksaymış.Sanki çokta umrunda zahmet olması."
  
     "Çayı getirene söyle sen onu."

     "Gerçekten zahmet olacağını düşündüğü için mi böyle söyledi acaba?"

     "Hadi artık,sor şu adama geliş nedenini,çay gelene kadar konunun bir kısmını halletmiş olursun"

     Patron burjuva burjuva gülümseyerek konuşmaya başladı:

    "Telefonda bahsettiğiniz konuyu ben biraz daha açmanızı rica edeceğim sizden.Malumunuz ,sebeb-i ziyaretiniz biraz da bunun için"

     "Evet...Aslında "evet" diyerek söze başlamayı sevmiyorum.Bir cümlenin başlangıcında "evet" kelimesi ne kadarda gereksiz.Birilerinden kaptım sanırım.Malum toplumumuz evet kelimesiyle söze başlayanlarla dolu."

    Patron şaşırmıştı.Bu açıklamanın ne gereği vardı şimdi.Söze nasıl başladığı sanki çok umrundaydı.

    Adam konuşmasını sürdürdü:

    "Bir kaç hafta önce evimizde ailemle otururken aklıma kızımın son zamanlarda değişen davranış biçimleri geldi.Cep telefonunu elinden düşürmemeye başlamıştı kızım.Eskiden günlerce şarjsız bir şekilde gezdirdiği telefonun artık hiç şarjı bitmiyordu.Haydi,onu geçtim,artık yanından bir an bile ayırmıyor.Sürekli birilerine mesajlar yazıyor.Tabi bu durum da benim ve annesinin dikkatimizden kaçmıyor.Biraz araştırınca olayın sizin oğlunuzla alakalı olduğunu anlayıverdik." dedi adam ve patron sözünü kesmese hikayeyi baştan sona anlatıverecekti sanki.

     "İnanır mısınız?Aynı şey benim oğlum içinde geçerli.Ama biz sizin gibi araştırma gereği hissetmedik tabii"

     "Neden ?Hiç düşündünüz mü?" dedi adam ve azıcık bir süre düşündükten sonra "sizin kızınız var mı?" diye sordu.

      "Yok de..Yok de..Gel sen beni,bizi dinle yok de...Kızın var mı diye soruyor sana."

     "Evet " dedi patron."Bir oğlum bir kızım var.."

     "Peki,aynı durum kızınızda olsaydı yine araştırma gereği hissetmeyecek miydiniz?" diye sordu adam.

      "Hadi bakalım.Cevap verde görelim.Bizi dinlemedin,muhatap olduğun sorulara bak."

     "Ne vardı yok deyiverseydin."

     "Bilmiyorum" dedi patron.

     TIK TIK TIK TIK...

     Çaycı içeriye girip çayları bırakıp çıktı; bu arada onun girmesiyle  oluşan  sessizlikten  içeride özel konular konuşulduğunu sezinlemişti.

      "Bilmiyorum cevabı aslında evet biliyorum cevabına yakındır.Aynı olay kızınızda olsaydı arastırırdınız bence."

      Adam doğru bir saptama yapmıştı.Patron böyle düşündü.Ve savuşturmak için:

     "Konuya dönersek..."

      "Konu şu.Sizin çocuğunuzla benim kız bir süredir konuşuyorlar.Ve bu durum bizi rahatsız ediyor.Bunu bir şekilde halletmemiz lazım." dedi adam.

      Patron durdu.Ne demek istemişti acaba halletmemiz lazım derken?

      "Daha açık konuşur musunuz lütfen,nasıl halledebiliriz?" diye sordu patron.

      "Sizde takdir edersiniz ki böyle bir ilişki için henüz çok gençler.Önlerinde zorlu süreçler var.Bitmesi gereken okullar var.Siz oğlunuzu üniversiteye yollamak istiyor musunuz bilemiyorum ama ben kızımı sonuna kadar okutmakta kararlıyım.Bu yüzden bu ilişkinin medenice bitirilmesi lazım.Ben bu konuda kızımla konuşacağım.O'nu ikna edebileceğime inanıyorum.Sizden de ricam oğlunuzla konuşup ,böyle bir ilişkinin her ikisi içinde doğru olmadığına O'nu ikna etmeniz."

        Patron duraksamıştı.

        "Benim söyledikleriniz hakkında her hangi bir malumatım yok.Ama endişeleriniz de size hak veriyorum.Şu an çok gençler henüz.Zamane gençleri olduklarını da unutmamak lazım."

        Adam gülümsedi.Galiba patronun bu sıcakkanlı yaklaşımından hoşlanmıştı.Daha fazla mantığına hitap etmeliydi:

       "Buyurduğunuz gibi,zamane gençleri efendim.Ama "genç"ler nihayetin de.Yaşam konusunda tecrübesizler.Ebeveynleri olarak bize düşen kötü tecrübeler yaşamamaları için elimizden geleni yapmak.Tabii bunu yaparken de onları kırmadan,üzmeden;kişiliklerine,özgüvenlerine zarar vermeden yapmak."

      Adam çok mantıklı konuşuyordu patrona göre.Akıllıca cümleler seçiyor ,yüz ifadeleri ile kurduğu cümleler birbiriyle çelişmiyordu.Tanışıklığı biraz daha ilerletmek için özel bir soru sordu:

    " Kızınızla oğlum aynı sınıftalar mı?"

     "Hayır efendim.Aslında aynı okulda da değiller."

      Sevinmişti patron.Oğlunun bu aşktan kurtulması daha kolay olacaktı.

      "Ben kızımın öğretmenleriyle konuştum.Onlar da konuşacaklar kızımla. Aslında şöyle demem daha doğru,hareket tarzımızı birlikte belirleyip ona göre davranacağız"

      Patron adama her cümlesinde şaşırıyordu.Kızını bu kadar ince ince düşünmesi hoşuna gitmişti.Kendisine de yol göstermişti böylelikle.Acaba ne iş yapıyordu bu adam.

     "Bağışlayın,merakımdan soruyorum,ne işle meşgulsünüz acaba?"

    "Çalışmıyorum.Yani emekliyim." dedi adam.


     Telefonu çaldı.Adam telefonla konuşmak üzere izin isteyip dışarıya çıktı.Patron odasında yalnız kaldı.

     "Şimdi sen bu adamın iyi niyetli güzel bir adam olduğunu düşünüyorsun değil mi? Değil..."

     "Nasıl söyleyeceksin oğluna bunu?"

     "Sen sevmedin mi gençken?

     "Kabul etmeyecektir muhtemelen.Üstüne gidersen de kara sevda doğar"..

      "Bunu ona söylemen bile çok saçma."

      "Sakin ol,"
    
      "Endişelensen iyi olur.Adamın uysallığına aldanma,eğer kızı direnirse bu uysal tavrı göremeyeceğinden emin olabilirsin.."

     "Saldırganlaşacaktır.Şu an kızından gelecek reaksiyonu bilmiyor"

      "Yanlış yaptın oğlunla konuşacağını söylemekle"

      "Mesele çözülmezse emin ol bu kibarlıktan eser kalmayacak"

     "Evet...Bence de...Çok yumuşak davranma bu adama..Üste çıkmaya çalış.Biraz kaba davran.Göz dağı ver."

     "İyi olduğuna inanıp seni ezmeye kalkmasın..Azıcık,en azından gerektiğinde kötü olabilirmişsin gibi davran."

     "Birazcık kabalaşacaksın hepsi bu"
    
     "Onları dinleme.Nasıl göründüğün değil nasıl olduğun önemli."

      "Diş göstermene gerek yok.Hem diş gösterirsen ona göre davranır.Bırak dişlerin olduğunu bilmesin.Dişlerini kullanacağında bu onun tedbirsiz yakalanmasına neden olacaktır."
    
      "Hepiniz adamı düşmanlığa sürüklüyorsunuz.Onun içini karartıyorsunuz.Bırakın adam bildiği gibi davransın."

       TIK...Tık...Tı...

       Gel denmesini beklemeden adam kapıyı açıp ,içeriye girdi.Yüzünde o kadar neşeli,o kadar rahatlamış, o kadar ki;bütün dertlerinden kurtulmuş bir ifade vardı ki...Yüz kasları gevşemiş ve esnekleşmiş,hareketleri hızlanmış,silüetinde ki ağırlık neredeyse kalkmıştı.

     "Efendim,anlatacaklarıma inanamayacaksınız" dedi adam.

     Sesinin rengi bile değişmişti adamın.Patron merakla sordu:"Noldu efendim?"

     "Arayan tahmin ettiğiniz üzre eşimdi.Mesele hallolmuş.Bizim müdahil olmamıza gerek kalmamış."

    Patron bir şey anlamamıştı.Fakat sevincinin kızıyla ilgili olduğu belliydi.Bir evladın bir babanın hayatında bu kadar büyük bir alan kaplamasına doğrusu şaşırmıştı.

      "Nasıl efendim"

       Kibarlık yarışına girmiş gibiydiler.

       "Efendim,oğlunuz bu gün kızımla görüşmüş.Ve kendileri,kendiliklerinden bu yanlış ilişkiye noktayı koymuşlar"
  
    Sevinmişti patron.Rahatlamıştı.Oğluyla bu güne kadar hiç konuşmadığı patronca mahrem bir konuda konuşmak derdinden kurtulmuştu.

     "Sevindim efendim" dedi.
    
     Bir çay teklifinde daha bulundu.Aslında adamın biraz daha kalmasını sağlamak için yapmıştı bunu.Konuşmak istiyordu.Adamın ciddiyetine ve ailesine karşı gösterdiği bu sıcak ve yakın alakaya içinde bir saygı ve huşu oluşmuştu.

     "Teşekkür ederim, eğer zahmet olmayacaksa bir çay daha alabilirim " diye karşılık verdi adam.

      Patron da adam da odada ki havadan memnundular. Gerçek kişiliklerini ardına sakladıkları kibarlık,nezaket içeride ve içlerinde nezih bir ortam doğurmuştu.

     "Sor bakalım,haydi sor, şu kibarlığının arkasında saklanan gerçek kişiyi görmek için bir şeyler sor"

     "Sor sor,evet, tavırlarına hayran kaldığın şu zavallı adam,kızının gönül ilişkisi için buraya kadar gelmiş kibar adam gerçekte nasıl bir kişilikmiş,sor ve öğren.."

     "Efendim, her istenmedik olaydan güzel şeyler doğabilir.Bu istenmedik olayda sizinle tanışmamı sağladığı için bununda arkasında bir hayır olduğunu düşünüyorum şimdi." dedi patron yumuşakça.

     "Bil mukabele" diye cevap verdi adam.

      "Merakımı bağışlayın,size bir şey sormak istiyorum " dedi patron.

      Tık...Tık...TIk...

     Çaycı içeriye girdi.Yine içeride patron ve adamın sustuğunu görünce içinden " yok yok ,kesin çok özel bir konu konuşuluyor burada" diye geçirdi. Çayları bırakıp çıkana kadar bir kelimecik bir şey konuşulmamasının ve patronun gözlerinde ki sabırsızlığın bu hislerini kuvvetlendirdiğini düşündü.Nihayet çıktı.

    "Sormak istediğim şu efendim,eğer olay bu şekilde gelişmeseydi ve bende size beklediğiniz yanıtı vermeseydim ne yapardınız?"

     "Şimdi göreceksin karşında ki bu kibar adamın gerçekte ne olduğunu"

     "Biraz dan o kibarlık maskesi düşecek"

     " Bakalım efendiliğini muhafaza edebilecek mi?"

     Adam kısa bir süre düşündü.Yanıtı kafasında hazırdı ama yine de hem cümleleri toparlamak hem de karşısında kine çok önemli bir soru sorduğu havasını vermek için bir süre bekledi.

   "Efendim,açık konuşmak gerekirse hepimiz biliriz ki aşkın gözü kördür.Aşk doğru ya da yanlış dinlemez.Hele bir de konunun muhatabları geç iseler onlara doğruyu anlatmakta zorlaşır."

     Patron ilk kez bu cümleleri ilk kez duyuyormuş gibi sanki :"çok doğru ifade ettiniz efendim" dedi ve "sizi dinliyorum" anlamında sustu.

     "Bu konuda sorumlu bir baba olarak kızımın yaşadığı ilişkinin yanlış olduğuna karar verdim.Ve bu yanlışın düzelmesi için üzerime düşen sorumluluğu yerine getirmek istedim.Bunun için sizden ve kızımın öğretmenlerinden yardım istedim.Bazı babalar çok büyük yanlışlar yapıyorlar bu konularda.Hemen şiddete başvuruyorlar.Ama şiddet hiç bir şeyi çözmeyeceği gibi çocuğunuzun ruh dünyasınada çok büyük zararlar verir.Hem şiddetle bir meseleyi çözmek tembellik,korkaklık,mücadele etme yürekliliğine sahip olmamak demektir.Karşınızda ki insandan daha güçlü olabilir ve O'nu cebirle hizaya getirebilirsiniz.Aslında hizaya gelen falanda yoktur ortada sadece iğrenç bir biçimde bastırılır duygular.Yani kendinizi meseleyi çözdüğünüz konusunda kandırmanızdan başka bir işe yaramaz.Ama mücadele demek karşınızda kini doğruya ikna etmek demektir.Doğruya da doğru bir şekilde ikna edilirse ulaşılabilir.İşte bu yüzden, eğer olaylar böyle gelişmeseydi,siz yardım etmek istemeseydiniz, örneğin,kızım bana direnseydi yapacağım şey bana göre yanlış olan bu ilişkinin, yanlışlığını ona anlatmaktı.Başka da elimden bir şey gelmezdi..."

     Çayları bitmişti.Adam izin istedi.Tanıştıklarına memnun olduklarını defalarca tekrarladıktan sonra patron adama kartını verdi ve adamda tekrar görüşmek ,bundan sonra ki yaşamlarında bir dost olarak arada bir buluşmak istediğini söyledi.Neticeden ikiside memnundular.

   Patron adamı arabaya kadar geçirdi.Ve ilk kez mesai saati içerisinde hem kızını hem de oğlunu arayıp,hal hatır ederek çocuklarını şaşırttı....
    
 

24 Kasım 2010 Çarşamba

BDP VE ÖCALAN BLOĞU ÇATLIYOR MU?


   Bir gazetenin manşetinde bir haber.Haberi okuyunca şaşırdım dün.Diğer gazetelerde söz konusu haberle ilgili bir ayrıntı göremeyince de pek üstünde durmadım.Ta ki akşam ana haber bültenlerinde flaşşş flaş şeklinde verilinceye kadar.
   Malumumuz ,İmralı'yla haftalık olağan görüşmeler yapan ve bu görüşmelerde Öcalan'ın verdiği mesajları PKK ve BDP'ye yakın yayın organlarında yayımlayan avukatlar bu hafta ki görüşmeden farklı mesajlarla dönmüşler.
   Öcalan BDP içerisinde ki bazı üst düzey yöneticilere kızmış ve bu kızgınlığını da söylediği iddia edilen mesajlara yansıtmış.
   Mesajlarda öne çıkan en temel unsur Öcalan'ın Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir hakkında söyledikleri.
   Öcalan Baydemir'in NTV'de söylediği "silahlı eylem artık miadını doldurmuştur" sözlerine deli olmuş,küplere binmiş.Ve Osman Baydemir'in önünede üç seçenek koymuş:
   Birincisi ,Osman Baydemir istifa edecek ve AKP'ye yakın bir sivil toplum kuruluşunda çalışacak...
   İkincisi , Özeleştiri yapacak.
   Üçüncüsü ,istifa edecek ve kendi işine bakacak.
   Ve eklemiş.."Osman kendini ne zannediyor.Silahlı mücadelenin miadını doldurduğuna ilişkin karar verme yetkisini nereden alıyor...O silahlı güçler olmasaydı Osman ve onun gibiler o koltuklarda oturabilirler miydi?"
   Buraya kadar her şey normal gibi görünüyor.Öcalan'ın birileri hakkında verdiği ilk mesaj değil bu ve son da olmayacak sanırım.Normal olmayan şey BDP'den ve Osman Baydemir cephesinden gelen açıklamalar.
   Osman Baydemir kendisiyle ilgili mesajları yalanlamıyor.Böyle bir mesaj yok,bunlar iddiadan ibaret vs demiyor."Herkes ama herkes beni ve yaptıklarımı eleştirme hakkına sahiptir" diyor.
   BDP Eşbalkan'ı Gülten Kışanak ise konuyla ilgili sorulanlar için daha ilginç sözler sarfetti dün:"Bu partinin eşbakanı benim.Bir istifa olayı olsa ilk benim haberim olur.Osman Baydemir görevinin başındadır."
    Kışanak ardından daha da ileriye gidiyor ve "Sayın Öcalan da bir insandır,hepimizi eleştirebilir, sözleri kendi düşünceleridir" diyor.
     BDP ile Öcalan arasında ki ilişkileri hepimiz biliriz.Keza BDP ile PKK arasında ki ilişkileri de.Resmi olarak pek dillendirilmese de bu üç kutup birbirinin içinde,birbiriyle beraber,birbirinden ayrı düşünülemez unsurlardır.Bu kutuplardan Öcalan en üst ve tek hakimdir.Ya da Öcalan kendisini hep o noktada görür.On yıllık İmralı sürecinde verdiği mesajlar ve bu mesajlara PKK cephesinden ya da BDP cephesinden verilen tepkiler de bu yargıyı doğrular nitelikte olmuştur hep.Öcalan avukatlarıyla mesajlar gönderdiğinde BDP'de PKK 'de bu mesajları kutsal emirler gibi algılar ve hep mutlak itaat gösterirler.En azından bu görüşler eleştirilmez,açıkça karşı gelinmez hatta karşı geliniyormuş gibi bile yapılmaz,böyle bir manzaraya asla izin verilmez.Bu sadece PKK ve  BDP mensupları için değil aynı zamanda pek çok Kürt aydını için de böyledir.Siz hiç medyada ya da basında Öcalan'ı yahut mesajlarını üstü kapalı da olsa eleştiren,olumsuz bir değerlendirmelerde bulunmayı bırakın bunu yanlışlıkla ima eden bir BDP'li yönetici yada yandaşa rastladınız mı?
     Bu düne kadar böyle idi.

    Ancak ilk kez dün Abdullah Öcalan'ın emirlerine  alışılmadık bir tepki verildi.
 
    Şahsen benim ilk kanaatim Osman Baydemir'in ve BDP'lilerin anında itaatle karşılık verecekleri ya da bu mesajları inkar edecekleri yönündeydi;ancak öyle olmadı.
 
     Dün kü olanları biraz daha açalım ve ve bu sözleri daha yakından inleceleyim:

   Öcalan BDP'ye bir emir verdi.Zaten her zaman verirdi.BDP için emirlerin ne olduğundan ziyade emirlerin yerine getirilmesi önemli olmuştur herzaman.Fakat emrin içeriğine bakacak olursak Öcalan'ın niyetlerini anlayabiliriz.Anlaşılan o ki Öcalan silahlı mücadelenin öyle hemencecik,kısa vadede bitivermesini istemiyor.Ve bunu düşünmüyor da.Bununla ilgili kimseye söz söyleme yetkisi tanımadığı da açık. Bir barış olacaksa önce ben bunu onaylayacağım diyor.Yoksa neden kendi içlerinde silahlı eylem aleyhinde tutum takınan birini susturmak,bastırmak,linç etmek yoluna gitsin ki.

   Gelelim Baydemir'e.."Herkes beni ve yaptıklarımı eleştirme hakkına sahiptir." diyor Baydemir. Yani Öcalan'ın sözleri Osman Baydemir'e göre bir eleştiriden ibaret.Her hangi bir itaat söz konusu değil.Görevinden ayrılmayı düşünmüyor.Davranışlarının kendisini bağladığını ve bundan sonra da bildiği gibi davranacığının sinyalini veriyor.Ayrıca Öcalan'ın "görevi bırakacaksın" vurgusunu da unutmamak lazım.Doğrusu biz eleştiri denilen şeyi böyle bilmiyoruz.Eleştiri ile emir arasında ki ayrımın Baydemir'in kendisininde bilincinde olduğunu biliyoruz.Açıklamayı yaparken oldukça düşünceli,tedirgin,içsel olarak gergin olması;söylediği her kelimeye yaptığı vurgu,kelimeleri arda arda sıralamaktan kaçınıp düşünerek,özenle seçerek,aman yanlış bir şeyler ağzımdan kaçıvermesin edasıyla yapması aslında durumu oldukça ciddi bulduğunu da gösteriyor.Bu durumda Baydemir'in emre itaat etmekle etmemek arasında bir yerlerde kaldığını,itaat edemediğini,alenen karşı da gelemediğini hissettirdiğini düşünüyorum ben.

     Beni en çok şaşırtansa Kışanak'ın açıklamaları oldu doğrusu."Öcalan da bir insandır" dedi Kışanak.Bu cümlesiyle aslında Öcalan'a sürekli atfettikleri "Kürt Halk Önder'i" ünvanınıda kendi içlerinde tartışmaya açmış oldu."Öcalan da bir insandır" demek o bizi bağlayamaz,bize emredemez,görüşlerini söyleyebilir,biz dilersek O'na itaat ederiz demek aynı zamanda.Bu cümlenin hemen ardından "bizi eleştirebilir" sözü de Kışanak'ın " Baydemir'i görevden alın" emrini bir eleştiri olarak gördüğünün ifadesidir.Bir de "bu partinin eşbaşkanı benim" vurgusu da oldukça manidar.Bu partiden biri görevden alınacaksa bunu ancak parti başkanı olarak ben yaparım demektir.Bu cümle aynı zamanda "otorite benim" anlamına gelir.Otorite eğer Kışanak'sa  Öcalan nedir o zaman?Sonuç metninde de " arkadaşımız görevinin başındadır,her hangi bir istifa ya da görevden alma söz konusu değildir"Bu cümlede az önce ki otorite olma iddiasını tamamlayan baskılı bir vurgudur.

    Tüm bunların ne anlama geldiğini gelecekte daha iyi anlayabileceğiz aslında.Ama dünkü olanlardan sonra bir şeyi farketme daha doğrusu bir soruyu sorma fırsatı doğdu: Öcalan sultası çatlıyor mu? Tüm bunlar bunun bir göstegesi mi?

   Böyle bir çatlağın Kürt Sorunu ve terör sorunuyla ilgili gelişmeleri çok yakından etkileyeceği muhakkak.Öyle görünüyor ki artık BDP içinde de Öcalan'ı "mutlak önder" olarak görmeyenler var.Hatta buna itiraz edenler de var.

    Baydemir ve Kışanak gibi dünün ,skandallarla dolu açıklamarının sahibi olan birilerinin son zamanlarda geldiği nokta ve açıklamaları çok çok kayda değerdir.Tabi bunları şimdiden kesin olarak değerlendirebilmek malesef mümkün değil.Bunun için biraz daha zamana ihtiyaç olacaktır.

   Temennimiz "silahlı mücadelenin miadını doldurduğu"nu düşünen ve bunu dillendiren "has" BDP'lilerin artması.