Ve Allah (C.C) buyurdu ki:

İMAN EDEREK SALİH AMEL İŞLEYENLERİN HATALARINI AND OLSUN Kİ ÖRTERİZ VE ONLARI YAPTIKLARI AMELLERDEN DAHA GÜZELİ İLE MÜKAFATLANDIRIRIZ. (Ankebut, 7)

GÜNÜN SÖZÜ

İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH (C.C)MERHAMET ETMEZ...
Hadis-i Şerif

DUR!BURADAN ÖTEDE RİSK VAR!!!

HOŞGELDİN...AMA BURADAN SONRASI SENİN İÇİN HOŞ OLMAYABİLİR...DİKKATLİ OL...
Ben bir miktar suydum,
Yatağımı arıyordum,
Bulacaktım ama;
İzin vermediler,
Kim mi?
Herkes...

13 Eylül 2015 Pazar

ÜLKEMİZİN BÖLÜNMEMESİ İÇİN İKSİR: SAĞDUYU


Her gün gelen şehit haberleriyle sarsılıyoruz. İçimiz, ciğerimiz yanıyor. Terörü lanetliyor ve bir an önce bitmesini istiyoruz. “Bunun için ne gerekiyorsa yapılsın; bu mesele, hemen derhal çözülsün” diye bağırıyoruz. En temel temennimiz bu. Bir şehit, hatta bir yaralı haberine daha tahammülümüzün kalmadığını hissediyoruz. İçimizde ki duygular o kadar yoğunlaşmış durumda ki toplumca fıttırmanın eşiğindeyiz.  Ama bir yandan da en çok ihtiyaç duyduğumuz şeyin sağduyu olduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki, eline aldığı silahtan ve uygarlıktan uzak, barbar yaşam tarzından sağladığı enerjiyle milletimizin intiharına çalışan bir topluluğun bizi yok etmeye ant içtiğini. Gerçekte emellerinin ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. O insanlar için, ölüme yolladıkları militanlarının bile hiçbir değeri yokken, kendi canının değerini bile dağa çıkarken geride bırakmış bireylerin oluşturduğu bu barbar topluluktan her şeyi bekleyeceğimizin bilincindeyiz. Onlarla mücadele etmemiz gerektiğinin de farkındayız. Sürekli ağızlarından düşürmedikleri demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla barbarlıklarını perdelemeye çalıştıkları gözümüzden kaçmıyor. Bu gün bizim bir kısım aydın güruhuna dağdaki gerilla yaşamı pek ilginç, pek çekici, pek farklı gelebilir, ama uygarlığın ortasından bakınca görünen manzara son derece farklıdır. PKK hiçbir biçimde bu topraklara ne uygarlık getirebilir ne de uygarlığın gelişimine bir katkı sunabilir. Yapacağı tek bir iş vardır, o da en iyi yapabildiği iştir: Öldürmek. Sayıca ne kadar çoksa öldürdüğü o kadar mutludur. Türk milletinin canını ne kadar derinden yakarsa kendisini o kadar iyi hisseder. Yaydığı dehşetten mesut olan ve bunu başarı sayan bir topluluktan bahsediyoruz, dikkatinizi çekerim. Çünkü öldürmediği sürece kimsenin dikkatini çekemeyeceklerini biliyorlar. Öldürme işi olmadığında unutulup gideceklerinin pekâlâ farkındalar. Dehşet yaratmadıklarında kimse onlardan bahsetmeyecek. Bir köşede kirli bir bez, bir paçavra gibi unutulup gidecekler. Ölümü göze aldık demeleri bir kamuflajdır, kanmayın. Göze aldıkları ölüm falan değildir, asıl göze alamadıkları şey yaşamaktır. Çünkü kolay değildir uygar bir insan olarak yaşamak. Uygarlık pek çok detayı barındırır bünyesinde. Uygar toplum karmaşıktır. Öyle ki, hiçbir araştırmacı, sosyolog, antropolog vs. dehlizlerini çözmeyi başaramıyor karmaşık yapılı uygar bir toplumun. Toplumumuz uygarsa, yani akıl almayacak kadar karmaşık bir yapılar bütünüyse;  bunun karşıtı, zıddı PKK değil midir? PKK bizim sadece düşmanımız mıdır? Bizimle savaşan basit yapılı bir örgüt müdür? Onu tanımlamanın bu kadar basit olmadığının bilincindeyizdir umarım.  Tarih Marx’ın iddia ettiği gibi sadece “sınıflar arası mücadelenin” tarihi değildir. Tarih en az sınıf mücadelesinin olduğu kadar “barbarlarla uygarların da” savaşımının tarihidir. Yerleşik olmanın, tarım yapmanın, kaybedecek çok şeyi olmanın; avcılık ve toplayıcılıkla, ilkelce yaşamak yerine üreterek yaşamanın ve dahası yaşamı üretmenin karşısında “barbarlık” durur. Neyse ki, çok şükür ki, uygarlık artık barbarlığın karşısında diz çökmeyecek kadar güçlü. Ama barbarlara teslim olmamanın, barbarlarla savaşmanın da bir bedeli vardır ve bu bedel maalesef yürek yakıcıdır. Barbarın yanacak bir yüreği olmadığından, bile isteye, gencecik insanların içinde yanan ateşi, nefrete dönüştürüp onları ölüm mangalarına çevirir ve o mangaları en ileri teknolojik ekipmanlarla donalı bir ordunun önüne atar. Sadece öldürtür. Hem kendi militanlarını güvenlik güçlerine hem de güvenlik güçlerini kendi militanlarına. Sadece öldürtür. Biz bütün bunların açık bir zihinle bilincindeyizdir. O zaman yine en başta ifade edildiği bu gün ihtiyacımız olan tek şey sağduyu. Sağduyumuz bize barbarların karşısında barbarca tutumlara girmemeyi emreder. Çünkü barbarın bizden yegane beklentisidir: Bizim de en az onun kadar barbarlaşabilmemiz. Böylece barbarlığını meşru etmeye çabalayacaktır. İnsan olan, hedeflerine öldürerek değil çalışıp çabalayarak ulaşır. Kürtler bizim kardeşimizdir. PKK içine düştüğü barbarlık sarmalına Kürt kardeşlerimizi çekmek için var gücüyle öldürmekte ve ölmektedir. Ve Türkler! Siz bin yıldır birlikte her türlü acıya katlandığınız Kürt kardeşlerinizi onların insafına terk edecek misiniz? Yoksa “bizim derdimiz sizinle değil, sizden ve sizin için var olduğunu iddia eden o barbar, totaliter, Stalinist, ömrü hayatında medeniyete dair ne varsa karşı durmuş savaş çılgınlarıyla” deyip bu ikisini birbirinden ayıracak mısınız? Ne yapacaksınız? İşte bütün sorular gelir ve bu noktada kilitlenir. Gelecek bu soruya vereceğiniz yanıta göre şekillenir. Kardeşlerimize sahip mi çıkacağız yoksa tamamını topyekûn barbar PKK’lı mı ilan edeceğiz? Eğer sahip çıkacaksak atmamız gereken bazı adımlar açıkça bellidir. Bir defa evvela, devletimizin kurucusu ve meşruiyet kaynağı meclisimize gönderdikleri seçilmişleri yok saymamalıyız. Onların elinde silah olmadığını, silahı tutanların dağda ölüm planları yaptığını bilmemiz gerekiyor. Barbarlarının en büyük derdinin seçilmişleri devre dışı bırakmak olduğunu anlamamız gerekiyor. Biz bu gün o seçilmişleri “sizde onlarla” eşitsiniz, “sizde hepiniz birer teröristsiniz” diye lanetlersek aslında bir nevi barbarların amacına hizmet etmiş olmaz mıyız?  

Uzun lafın kısası, evet, çok üzüntülü ve acılıyız. Yüreğimiz yanıyor ve bir güvercin ürkekliğiyle izliyoruz haber bültenlerini. Ama sağduyuya kulak vereceksek Kürtler’i toptancı bir bakış açısıyla kategorize etmememiz gerekiyor. Seçilmiş vekillerini sevmek zorunda değiliz ama en azından uygarca bir duruş için saygı duymamız gerekiyor. Onlara bu ülkede kendi kimlikleriyle her şeye rağmen söz sahibi olduklarını hissettirmemiz gerekiyor. Barbar PKK’yla savaşmamız gerekiyorsa, Kürt kardeşlerimizi de kazanmamız gerekiyor. Devletimizin bir zamanlar o insanlara çektirdikleri acıları unutmamamız gerekiyor. Cuntacıların Diyarbakır cezaevlerinde Kürtler’e çektirdikleri acıları tekrar tekrar hatırlamamız gerekiyor. Onlara bu gün artık her şeyin o günlerden farklı olduğunu, o kâbus dolu günlerin bir daha asla geri gelmeyeceğinin güvencesini vermemiz gerekiyor. Bu güvenceyi davranışlarımızla göstermemiz gerekiyor. Gösterecek miyiz bunu? Sağduyuya kulak verecek miyiz? Yoksa içimizden dışımıza taşan acılarımızın bizi yönlendirmesine izin mi vereceğiz? Geleceğimiz bu sorunun yanıtlarında gizli.               

10 Eylül 2015 Perşembe

FAŞİSTLER'İN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ

Afişi tutan kafa ile afişi tutulan kafa arasında bir fark var mı sizce?

Tarafsız bir gözlemci Kürt siyasal hareketini ve AKP iktidarını dikkatle incelerse, ikisi arasında çok ilginç muhteşem benzerlikler bulacaktır.  Aynı tarafsız gözlemci Türkiye’deki ana muhalefeti ve iktidarı incelerse de aynı sonuçlara ulaşabilir. Gülen cemaati ve iktidar üzerine yapılacak bir incelemede de sonuç değişmeyecektir. Bu, bu yapıların tümünün farklı konularda aynı çizgide durdukları anlamına gelir. Bu da Türkiye’deki etki odaklarının zihniyetinin faşist olduğu gerçeğini ortaya koyar. Bu cümlenin açılımı şudur: RTE ile Selahattin Demirtaş arasında, Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu arasında, Cem Küçük ve Can Dündar arasında, Ekrem Dumanlı ve Mehmet Barlas arasında kuvvetli bir bağ vardır ve o bağ faşizmdir. Bu ve benzeri tüm isimler faşisttir.
Bir kere, kendileri için istediklerini başkaları için istemezler. İçinde bulundukları yapıların hizmetkârlarıdırlar. O yapılarınsa tek varoluşsal amacı vardır: İktidar sahibi olmak. Verdikleri mücadele iktidar mücadelesidir. Bu mücadeleye zarar getirecek hiçbir doğruyu dile getirmezler, hiçbir yanlışa karşı çıkmazlar, hiçbir haberi yayınlamaz, hiçbir beyanatın altına imzalarını atmazlar. Bu davranışları karakteristik bir özelliklerini de açığa çıkartır: Bu şahıslar müthiş ikiyüzlüdür.  Kendi kendilerineyken başka, kameralar karşısında başka, Batılı güçlü beyler karşısında başkadır.  
Örneğin, Demirtaş Cizre’de ki sokağa çıkma yasağını eleştirirken küheylanlar gibi şaha kalkar ama konu asker ve polislerin vahşice katledilmelerine gelince sesi düşer, cümlelerin tonu açılır ve dil ucuyla, yarım yamalak bir ağızla ve süratle, kısacık ve olabildiğince kibar tanımlamalarla meseleyi geçiştirir.
RTE’nin yüreği, cesedi sahile vuran Kobanili çocuğa yanar, bunu uluslararası toplantıda dile getirip Batı’yı suçlar, sesinin desibeli yükseldikçe yükselir ama iş Cizre’de, sokakta kimin sıktığı belirsiz bir kurşunla öldürülen çocuğa gelince aynı yürek taş kesilir ve aynı ağız susar.
Davutoğlu, şehitlerimiz toprağa düştükten saatler sonra milli maçta hoplayıp zıplarken görüntü verir ve Kılıçdaroğlu barolar birliğinin adli yıl açılış töreninde atılan göbeklere gülümseyerek alkış tutar. Davutoğlu’nun fotoğrafını Can Dündar’ın Cumhuriyet’i ve Ekrem Dumanlı’nın Zaman’ı anında yayınlarken Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafını da Cem Küçük’ün ve Mehmet Barlas’ın gazeteleri anında yayınlar.  
Bu ve benzeri pek çok örnek sabaha kadar çoğaltılabilir, bununla kırk katırın taşıyamayacağı ağırlıkta, ciltler dolusu kitap yazılabilir.
Amaç; Makyavelist bir anlayışla iktidara koşmak ve bu uğurda rakiplerine saldırmak, onları yok ya da bertaraf etmek olunca ortaya çıkan tablo tamamen budur. Böyle bir ülkede demokrasiden, hukuktan, insan haklarından, medeniyetten ve insanı insan, milleti millet yapan hiçbir değerden söz edilemez. Dahası böyle bir devlet, toplumun iyiliğinin önündeki en büyük engeli teşkil eder. Ancak toplum devleti dönüştürecek araçlardan yoksun bırakılmıştır. Özgür bir şekilde, sağduyulu olarak oturup düşünemez. Olayları sorgulayamaz. Bu durum, toplumu oluşturan bireylerin geri zekalı ya da yeteneksiz olduklarından ileri gelmez. Bireyler gruplaştırılmış ve gruplar arasına aşılmaz setler çekilmiştir.  “Bitaraf olan bertaraf olur” cümlesi zihinlere kazınmıştır. Geçmiş değiştirilmiş, istatistiksel yalanlar bombardımanıyla zihinler bulandırılmış ve bu uğurda tüm kitle iletişim araçları ve sosyal medya seferber edilmiştir. Tüm gazeteler aynı faşizanlığı farklı bir grup adına dile getirir. Tüm televizyon kanalları, sosyal medya hesapları insanların zihnini bombardımana tutar.
Sonuçta ne olur?
Kandil’in yaşlı savaş lordları yoksun Kürt çocuklarını ölüme sürer. Sarayın iktidar lortları yoksun Türk çocuklarını ölüme sürer. Gazeteler ve medya ölüleri yarıştırır. Ülkede yaşama sevinci ortadan kalkar. Müzisyenler konserlerini, sinemacılar galalarını, evlenecekler düğün törenlerini iptal eder. Toplum yastadır. Ve yastayken eğlenemez. Stres gün be gün birikir. Taşar ve patlar. Binalar ateşe verilir. Öfke parti tabelalarından çıkarılır.

Sonra çok enteresan bir şey olur: Sırf Kürt diye bir adamın dükkanı yakılmaya çalışılır. Sınırda nöbet tutan askerin babasıdır bu. Sınırın öte yakasından bir kurşun gelir ve asker şehit olur. Türkler’den bir grubun bir araya gelip yakmaya çalıştıkları o dükkânın sahibi olan Kürt’ün evine komutanlar acı haberi vermek için gelirler. “Dün başka bir grup dükkanımı yakmaya gelmişti, bu gün siz oğlumun şehit haberini vermeye geldiniz” der adam.