Ve Allah (C.C) buyurdu ki:

İMAN EDEREK SALİH AMEL İŞLEYENLERİN HATALARINI AND OLSUN Kİ ÖRTERİZ VE ONLARI YAPTIKLARI AMELLERDEN DAHA GÜZELİ İLE MÜKAFATLANDIRIRIZ. (Ankebut, 7)

GÜNÜN SÖZÜ

İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH (C.C)MERHAMET ETMEZ...
Hadis-i Şerif

DUR!BURADAN ÖTEDE RİSK VAR!!!

HOŞGELDİN...AMA BURADAN SONRASI SENİN İÇİN HOŞ OLMAYABİLİR...DİKKATLİ OL...
Ben bir miktar suydum,
Yatağımı arıyordum,
Bulacaktım ama;
İzin vermediler,
Kim mi?
Herkes...

8 Ağustos 2011 Pazartesi

GÜNEŞ...KİMİNE GÖRE HAYAT KİMİNE GÖRE YANIK...

   

      Bu insanları tanımadan ve onların yaşayışlarını henüz görmeden önce ki hayatım oldukça keyifliydi.Bu insanları bir kez tanıdıktan ve yaşayışlarına şahit olduktan sonra içimde bazı şeyler  değişti.Dünyanın artık düzelemeyecek kadar boka batmış bir yer olduğunu gördüm ve üzüntülerim arttı.Ben de yıllarca dünyanın o ,boka batmış kısmında ,bu gerçeğin farkında olmadan yaşadım. Kim bilir farkında olmadığım daha nice gerçekler var. Aslında insan olmak biraz da "farkında olmadan yaşamak" mıdır?

                                                                        ***

       Başımı ,rüzgardan iki elimle güçlükle tuttuğum gazeteden kaldırdığımda O'nun bulunduğum masaya doğru yaklaştığını gördüm.Çok uzun süreler O'nu görmemiş olmama ve çok değişmiş olmasına rağmen tanıdım.Yanında kendi gibi biriyle yaklaştı. Derin ve içten bir saygıyla selam verdi. Selamını ayakta aldım ve elimi sıkan elini kendime doğru çekip hafif sarıldım. Bu samimiyetten memnun olduğunu gözlemek beni mutlu etti.

      Saçları sarımtrak ile kızılımsı arası tuhaf bir renk almıştı.Bu renk doğal mıydı yoksa güneşin ultraviyole ışınlarına fazla maruz kalmasından mı, bilemiyorum.O'nu son gördüğümde 7 yıl önceydi ,belki de daha eski.Fakat cildi fena yanmış ve kalınlaşmıştı. 18 yaşında genç bir delikanlı olduğunu bana O'nu tanıyan hafızam söylüyordu. Yoksa en çok 18 yaşında ki bu adam en az 38'indeymiş gibi görünüyordu.

                                                                    ***

      Yan masadan iki tabure alıp masaya buyur ettim. Kırmadı beni.Gözleri donuktu.Sanki bana çok aşağılardan bir yerlerden bakıyordu.Cebri bir saygı duyuyordu sanki.Yüzünde hayata dair yaralı umutlar besleyen birinin gölgesi vardı ve bu açık seçik belli oluyordu.

      "Ne var ne yok?"

       Sorduğum soru sanki O'nu rahatsız etmişti. Başka konulardan, örneğin benden, bahsetmek ister gibiydi."Uzun zaman oldu abi" dedi kırık dökük bir ses tonuyla. Sonra duraksadı.Yüzüme bakmıyordu.İri gözlerinin ucundan aklı bambaşka alemlere kaymıştı. Bense gözlerini izliyordum.Çok berraktı bakışları.Sanki hiç bir şeye karşı içinde hiç öfke barındırmıyordu.Neden sonra sorduğum soruyu hatırlamış gibi toparladı kendini:

       "Çalışıyoruz be abi"

        "Ne iş yapıyorsun?"

         "Ne iş olursa.Kayısı topluyoruz bazen.Dün domates vardı.Dün çok sıcaktı.Bu gün daha iyi."

         Anlatmasını istiyordum.O'nu bu hale getiren şeyin ne olduğunu öğrenmek istiyordum.Yaptığı işler belli ki çok yaşlandırmıştı.Taptaze bir çocuk olduğu eski günlerini de biliyordum.Zaman ne yaptığı için bu kadar hızlı işlemişti O'nun bedeninde?

                                                                      ***

         Yaklaşık 7 yıl önce sabahın çok erken saatleriydi.Güneş henüz doğmuş kırsal insanlar her zamanki ağır fiziksel koşullarına doğru yol almaya başlamışlardı. Çalıştığım benzinlik köylülerin ilk uğrak yeriydi. Evlerinden çıktıktan sonra bir çoğu önce benzinliğin marketine gelirler ihtiyaçlarını aldıktan sonra da güneşin alnına , tarlalarına doğru yollanırlardı. O yıllarda gençtim ,aklım bir karış havadaydı ve bu insanların koşullarını algılayamıyordum. O'nunla ilk kez orada karşılaştım.Sabahın köründe babasının elinden sıkıca yapışmış tarlaya gidiyordu. O'nu ilk tanıdığım anı hatırlamak çok zor olmadı çünkü çok zeki bir çocuktu ve söylediği bir cümleyle zihnime kazınmıştı:

         "Şapkanı unuttun mu baba, güneş seni yakacak."

          Ardından zeka parıltılarından bolca barındırdığı gözlerini gözlerime dikip:

         "Abi,sizin şapkanız var mı?Babama ödünç verseniz.Çünkü şapka alacak paramız yok."

         Cevabım o an hayatımın ne tür bir bilinçsizliğin içine gömüldüğünün göstergesi gibiydi:

         "Var canım, ama bana da lazım burada.Lazım olmasa verirdim."

          Ah ben o cevabı vermeseydim keşke.Şimdi düşününce çıkarıp başımı vermediğime bin pişmanım.O ise bana babasından yiyeceği azarı göze alarak bir şeyi, insanlığı hatırlattı:

         "Sizin şapkaya ihtiyacınız yok ki abi.Siz gölege de çalışıyorsunuz.Üstelik klimanın altındasınız."

          "Abiyi rahatsız etmesene oğlum!!!"

          Abisinde rahatsız olacak bir yürek ve akıl var mıydı ki?

                                                                  ***

         Bu çocuğun adı Abdullah.Henüz 18'inde."Bizde tarla tapan olmayınca kim ne iş verirse çalışıyoruz." dedi.O bir istisna değil.Kendisi gibi yüzlerce kırsal genç var bizim burada.Okumak, kariyer ve rahat sahibi olma şansları yok.Bazı tuzu kuruların kurduğu basit bir cümlenin basit bir öznesi onlar:"Herkes okursa bu işleri kim yapacak?" Okuyamayıp "bu işler" denilen işleri yapan "tür"ün örnekleri onlar.Hakkaten, bu çocuk ve onun gibi olan yüzlercesi okuyabilse kim toplayacak o sıcakta "domatesi"...

                                                                 ***

       Onlar gündelik, güneş alınlarında yanıp ,ellerinde birikmiş yarıklara yenilerini eklemek üzere tarlaya doğru yollanırken son model,gıcır gıcır bir 4 çarpı 4, Jeep yakıt pompasına yanaştı.Belli ki 50 km ötemizde ki sahile , tatillerini geçirmeye gidiyorlardı. Hayatlarından pek memnun görünen orta yaşlı bir bey , eşi ve çocuğuydu araçtakiler. Arabadan önce adam indi. Anahtarı pompa görevlisine teslim edip kendisi şöyle bir gerindi.Bu gerinmenin içinde pek ukala bir tavır rahatça algılanabiliyordu. Arabada ki çocukları da ardından indi. Çocuğun arabadan inişi büyük bir olay oldu adam için,ki kibarca eşine çıkıştı:" Acele et ,çocuğa bak.." Adamın bu tatlı sert uyarısı karşısında kadın telaşla çocuğun elinden tuttu.Çocuk markete gelmek ve bir şeyler almak istiyor gibi annesini çekiştiriyordu.Adam yine devreye girdi:"Ne istiyorsa git al."Ve ardından ekledi:"Şapkasını giydir çocuğun.Güneşten geçeceksiniz."Güneşten geçilip markete ulaşılacak alan bir kaç metreydi.

                                                                   ***

        Yıllar öncesinin anılarından sıyrılıp güçlükle O'na döndüğümde "bir sigaranı alabilir miyim abi" diyordu O.Bu arada gözü gazetede ki resimlere takılmıştı.Yüzüne anlamlı bir hüzün peyda oldu.Resimler insanlığa dair derin acıları anlatıyordu.Kimsenin anlamadığı, yaşamak istemediği hayatlara sahip , çoğu çocuk ve kadın ,Afrikalı insanlar.

       "Biz iyiyiz yine de be abi...Baksana, Afrikalılar ne durumda...O insanların yerinde olabilirdik...Keşke param olsaydı biliyor musun? Gönderirdim onlara..Hepsini hem de...Bi de düşün Ramazan ayındayız."

                                                               ***

      Vicdanım harekete geçip zihnimi bir gün öncesine götürdü yine. Bu kez O'nu duymuyordum.Başım söylediklerini anlıyormuşum gibi kendiliğinden arada bir inip kalkıyordu.Önce ki güne dair görüntüler gözümün önünden geçiyordu istemsizce.

       Saat öğlenin ikisiydi. Günün en sıcak anlarıydı.Güneşten korunmak için gereken tüm tedbirleri almış vaziyette pazardaydım. Yine de sıcak alabildiğine rahatsız ediyordu bedenimi.Bir an önce oradan kurtulmak,klimanın soğuttuğu odama kavuşmak için can atıyordum.

      "Şu domatesten olsun,beş kilo ,evet"

       Ne kadar kolay kuruyordum bu cümleleri.Bu domatesleri güneşin doğumundan batımına kadar toplayan ve bu yüzden yirmi yıl yaşlı görünen çocuk şimdi karşımdaydı. Onun gibi yüzlercesi de etraftaydı. Kalınlaşmış derileriyle sanki üstüme geliyorlardı.Bu normal miydi, anormal miydi?

      Biri, tuzu kuru biri, " bu insanlar okusa,kariyer sahibi olsa kim yapacak bu işleri" demişti.

      Kölelik bitmiş miydi? Fırsat eşitliğinden mi bahsediyordu başbakan? Adil düzene mi geçilecekti iktidar el değiştirdiğin de?  "İstikrar sürsün Türkiye büyüsün" sloganı bu insanların güneş yanığı yüzlerine iyi gelir miydi?

                                                                                 ***

       Ve izin isteyip masadan ayrıldı.İşinin olduğunu söyledi. Yine görüşelim dedi.Arkalarından öylece bakakaldım.Ucuz tarım işçileriydi bunlar.Tarım işçisi olmak iyi bir şey miydi? Bilemiyorum.Ama şu var ki, geçmişte,iki yüz yıl önce, bir ressamın resmettiği , milyon dolarlar değerinde ki bir tabloda,"yemek yiyen patates işçileri"nde ki insanlara ne çok benziyorlardı.

5 Ağustos 2011 Cuma

YAZMAK

 

     Kimse için yazmıyorum ben.Kendim de dahil. Yazmamın bir nedeni olmadığı gibi bir sonuç beklentim de yok.

     Yazılanlar insan doğasını değiştirmekte birazcık bari etkili olabilseydi,mesela bu kadar çok eli kalem tutan insanın gücü silahların gücünü dengeleyebilse ve Afrika'lı çocuklar iç organları belli olmayacak kadar bile bedensel kütleye sahip olabilseydi o zaman var gücümle yazma işini seçebilirdim.Ama biliyorum ki öyle değil.O yüzden bilinçli olarak yazarlık mesleğini seçenlere de çok saygı duymakla beraber ,ruhumu eğlendirmekten öteye bir işlev gördüklerini de sanmıyorum artık.

     Bu insanlar neden yazdılar? Dünyayı daha yaşanabilir yapmak için mi? Sanmıyorum.Çünkü her biri bir şeyi farketmişti. Dünya daha iyi olamazdı.Mutsuzluk,fakirlik,savaş,hastalıklar yok edilemezdi. Esasında her biri insan doğasının bir ürünüydü. Ve aslolan insanın doğasının değişmezliğiydi. Bunu çok iyi biliyorlardı. Koskoca sanayi devrimi dünyada ki tüm üretim anlayışını o kadar kısa süre de altüst etmesine rağmen insanın doğasına  dokunamamıştı bile. Hal böyleyken o büyük kafalar kalemlerini dünyayı kurtarmak üzere oynatmayacak kadar akıllıydılar.

    İşte tam da bu yüzden yazmanın bir mantığı yoktur.Bir nedeni ya da sonucu yoktur. Yazmak okuyana bir şey idda etmek değildir. Ya da okuyana bir şey öğretmek değildir. Çünkü insanların öğrenmek gibi bir derdi yoktur.Aslında insanların gerçek bir derdi yoktur. Dert insanın varoluşsal bir gerçekliğidir ve değişmez. Böyle olmasaydı az da olsa dünya da dertsiz insanlara rastlanabilirdi.Kimbilir belki de bu insanın doğasının çok daha ötesinde ,daha derin bir nedene bağlıdır.Belki de aslında dünya insanların yaşamaları için değil dert çekmeleri için varolan bir mekandır. Fiziksel olarak yaşamı olanaklı kılan tüm etkenlerin ruhsal olarak doygunluğa ulaşmaya etki edememesinin altında yatan neden başka ne olabilir ki?

   Ama yazıyorlar ve yazıyoruz.Nedenini çok sorgulamıyoruz belki.Ben sorguladığım kadarıyla nedensiz yazıyorum.Bir beklenti gütmeden ve öylesine.İçimde bir şeylerin sürekli yıprandığını bilmek ve bunun önüne geçememek gibi büyük bir derdim olduğundan belki.

     Dünyaya karşı her geçen gün artan bir öfkeyle yaşamımı sürdürüyorum. Neden? Bu kadar eşitsisiz, neden?

     Bir Van gogh'um belki de "mutsuzluğum sonsuza kadar sürecek" diye düşünen. Ve biliyorum ki bu dünya çok Van Gogh'lar gördü. Ve görmeyi sürdürecek.

    İşte nedensiz yazıdan çıkmayacak sonuç bu...