Ve Allah (C.C) buyurdu ki:

İMAN EDEREK SALİH AMEL İŞLEYENLERİN HATALARINI AND OLSUN Kİ ÖRTERİZ VE ONLARI YAPTIKLARI AMELLERDEN DAHA GÜZELİ İLE MÜKAFATLANDIRIRIZ. (Ankebut, 7)

GÜNÜN SÖZÜ

İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH (C.C)MERHAMET ETMEZ...
Hadis-i Şerif

DUR!BURADAN ÖTEDE RİSK VAR!!!

HOŞGELDİN...AMA BURADAN SONRASI SENİN İÇİN HOŞ OLMAYABİLİR...DİKKATLİ OL...
Ben bir miktar suydum,
Yatağımı arıyordum,
Bulacaktım ama;
İzin vermediler,
Kim mi?
Herkes...

10 Eylül 2015 Perşembe

FAŞİSTLER'İN İKİ YÜZLÜLÜĞÜ

Afişi tutan kafa ile afişi tutulan kafa arasında bir fark var mı sizce?

Tarafsız bir gözlemci Kürt siyasal hareketini ve AKP iktidarını dikkatle incelerse, ikisi arasında çok ilginç muhteşem benzerlikler bulacaktır.  Aynı tarafsız gözlemci Türkiye’deki ana muhalefeti ve iktidarı incelerse de aynı sonuçlara ulaşabilir. Gülen cemaati ve iktidar üzerine yapılacak bir incelemede de sonuç değişmeyecektir. Bu, bu yapıların tümünün farklı konularda aynı çizgide durdukları anlamına gelir. Bu da Türkiye’deki etki odaklarının zihniyetinin faşist olduğu gerçeğini ortaya koyar. Bu cümlenin açılımı şudur: RTE ile Selahattin Demirtaş arasında, Davutoğlu ve Kılıçdaroğlu arasında, Cem Küçük ve Can Dündar arasında, Ekrem Dumanlı ve Mehmet Barlas arasında kuvvetli bir bağ vardır ve o bağ faşizmdir. Bu ve benzeri tüm isimler faşisttir.
Bir kere, kendileri için istediklerini başkaları için istemezler. İçinde bulundukları yapıların hizmetkârlarıdırlar. O yapılarınsa tek varoluşsal amacı vardır: İktidar sahibi olmak. Verdikleri mücadele iktidar mücadelesidir. Bu mücadeleye zarar getirecek hiçbir doğruyu dile getirmezler, hiçbir yanlışa karşı çıkmazlar, hiçbir haberi yayınlamaz, hiçbir beyanatın altına imzalarını atmazlar. Bu davranışları karakteristik bir özelliklerini de açığa çıkartır: Bu şahıslar müthiş ikiyüzlüdür.  Kendi kendilerineyken başka, kameralar karşısında başka, Batılı güçlü beyler karşısında başkadır.  
Örneğin, Demirtaş Cizre’de ki sokağa çıkma yasağını eleştirirken küheylanlar gibi şaha kalkar ama konu asker ve polislerin vahşice katledilmelerine gelince sesi düşer, cümlelerin tonu açılır ve dil ucuyla, yarım yamalak bir ağızla ve süratle, kısacık ve olabildiğince kibar tanımlamalarla meseleyi geçiştirir.
RTE’nin yüreği, cesedi sahile vuran Kobanili çocuğa yanar, bunu uluslararası toplantıda dile getirip Batı’yı suçlar, sesinin desibeli yükseldikçe yükselir ama iş Cizre’de, sokakta kimin sıktığı belirsiz bir kurşunla öldürülen çocuğa gelince aynı yürek taş kesilir ve aynı ağız susar.
Davutoğlu, şehitlerimiz toprağa düştükten saatler sonra milli maçta hoplayıp zıplarken görüntü verir ve Kılıçdaroğlu barolar birliğinin adli yıl açılış töreninde atılan göbeklere gülümseyerek alkış tutar. Davutoğlu’nun fotoğrafını Can Dündar’ın Cumhuriyet’i ve Ekrem Dumanlı’nın Zaman’ı anında yayınlarken Kılıçdaroğlu’nun fotoğrafını da Cem Küçük’ün ve Mehmet Barlas’ın gazeteleri anında yayınlar.  
Bu ve benzeri pek çok örnek sabaha kadar çoğaltılabilir, bununla kırk katırın taşıyamayacağı ağırlıkta, ciltler dolusu kitap yazılabilir.
Amaç; Makyavelist bir anlayışla iktidara koşmak ve bu uğurda rakiplerine saldırmak, onları yok ya da bertaraf etmek olunca ortaya çıkan tablo tamamen budur. Böyle bir ülkede demokrasiden, hukuktan, insan haklarından, medeniyetten ve insanı insan, milleti millet yapan hiçbir değerden söz edilemez. Dahası böyle bir devlet, toplumun iyiliğinin önündeki en büyük engeli teşkil eder. Ancak toplum devleti dönüştürecek araçlardan yoksun bırakılmıştır. Özgür bir şekilde, sağduyulu olarak oturup düşünemez. Olayları sorgulayamaz. Bu durum, toplumu oluşturan bireylerin geri zekalı ya da yeteneksiz olduklarından ileri gelmez. Bireyler gruplaştırılmış ve gruplar arasına aşılmaz setler çekilmiştir.  “Bitaraf olan bertaraf olur” cümlesi zihinlere kazınmıştır. Geçmiş değiştirilmiş, istatistiksel yalanlar bombardımanıyla zihinler bulandırılmış ve bu uğurda tüm kitle iletişim araçları ve sosyal medya seferber edilmiştir. Tüm gazeteler aynı faşizanlığı farklı bir grup adına dile getirir. Tüm televizyon kanalları, sosyal medya hesapları insanların zihnini bombardımana tutar.
Sonuçta ne olur?
Kandil’in yaşlı savaş lordları yoksun Kürt çocuklarını ölüme sürer. Sarayın iktidar lortları yoksun Türk çocuklarını ölüme sürer. Gazeteler ve medya ölüleri yarıştırır. Ülkede yaşama sevinci ortadan kalkar. Müzisyenler konserlerini, sinemacılar galalarını, evlenecekler düğün törenlerini iptal eder. Toplum yastadır. Ve yastayken eğlenemez. Stres gün be gün birikir. Taşar ve patlar. Binalar ateşe verilir. Öfke parti tabelalarından çıkarılır.

Sonra çok enteresan bir şey olur: Sırf Kürt diye bir adamın dükkanı yakılmaya çalışılır. Sınırda nöbet tutan askerin babasıdır bu. Sınırın öte yakasından bir kurşun gelir ve asker şehit olur. Türkler’den bir grubun bir araya gelip yakmaya çalıştıkları o dükkânın sahibi olan Kürt’ün evine komutanlar acı haberi vermek için gelirler. “Dün başka bir grup dükkanımı yakmaya gelmişti, bu gün siz oğlumun şehit haberini vermeye geldiniz” der adam. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder