Ve Allah (C.C) buyurdu ki:

İMAN EDEREK SALİH AMEL İŞLEYENLERİN HATALARINI AND OLSUN Kİ ÖRTERİZ VE ONLARI YAPTIKLARI AMELLERDEN DAHA GÜZELİ İLE MÜKAFATLANDIRIRIZ. (Ankebut, 7)

GÜNÜN SÖZÜ

İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH (C.C)MERHAMET ETMEZ...
Hadis-i Şerif

DUR!BURADAN ÖTEDE RİSK VAR!!!

HOŞGELDİN...AMA BURADAN SONRASI SENİN İÇİN HOŞ OLMAYABİLİR...DİKKATLİ OL...
Ben bir miktar suydum,
Yatağımı arıyordum,
Bulacaktım ama;
İzin vermediler,
Kim mi?
Herkes...

7 Temmuz 2011 Perşembe

GEÇMİŞE DÖNÜK ARAYIŞSAL İTİRAFLAR

Bunu yapana öğretmen mi denir?Sikeyim ben böyle öğretmeni de ona hocam diye saygı duyan herkesi de...

   Herkesin farklı farklı ilgilere sahip olduğu bir dünyada ben hep birilerine benzetilmeye çalışıldım. Hayatımın en önemli çelişkilerinden biriydi bu çünkü bunu yapan en sevdiklerimdi. Ve bunun anlamı çok açıktı, onlarca beğenilmiyordum.Ki bu yüzden başkalarına benzetilmeye uğraşılıyordum. Kıyas yapıyorlardı sürekli.Falancanın oğlu,filancanın torunu şöyleymişte ,ben onlar gibi değilmişim.

   Fıtrattan mıdır, yoksa onların bu davranışlarına karşı bir başkaldırı mı; inadına onların istediği gibi bir insan olmaktan uzaklaşıyordum.Bazen,geçmişte bile bile yanlış yaptığımı bile düşünüyorum şimdilerde.Yaptığım çoğu hatanın temelinde sanki ailem tarafından kabullenilmeme , onlar tarafından beğenilmeme sorunu var, bilemiyorum.Annemin sürekli söyleyerek zihnime kazıdığı bir sözün ara ara kulaklarımda çınlaması da sanırım buna bir kanıt olsa gerek: "Seni seviyorum ama huyunu sevmiyorum."

     O sürekli kıyas edildiğim ve kendilerine benzetilmeye çalışıldığım , aileme göre müstesna kişilikler olan şahsiyetlerin çoğu yakından tanıdığım arkadaşlarımdı.Bir çoğunu çok iyi tanıyor olmama rağmen onlarla beraberken davranışlarını sürekli içten içe gözlemlerdim. Bu insanlarda ne vardı ki ailem bunlara gıpta ile bakıyordu ve onları benden daha üstün tutuyordu? Öykünülecek hiç bir yanları yoktu bana göre.Herkes gibi sıradan ve kendilerine özgü insanlardı. Çocuktular ve çocuktuk hepimiz. Bu karşılaştırma alışkanlığından bir gün kurtulacağım, gelişeceğim,serpileceğim günler için umutla çocukluktan kurtulmayı beklerdim. Sırf bu yüzden belki de çocukluğumdan nefret etmiştim. Büyürsem ailem beni sevecek ve olduğum şekilde beni kabul edecek gibi gelirdi o zamanlar bana. Bu iğrenç duyguya karşı gösterdiğim direnç belki de biraz bu yüzdendi. Ama yanıldığımı çocukluğumun üzerinden onca yıl geçtikten sonra bu günlerde anlıyorum. Aileme göre yine ben yaşıtlarım arasında en kötüsüyüm. Yanılmışım çünkü ailem aslında galiba beni gerçekten değil sadece içgüdüsel olarak seviyordu. Bu yanılgı bana çocukluğumu kaybettirdiği gibi ergenliğimi de kaybettirdi. Kendimi anlamsızlıkların bataklıklarına vurdum. Çok fazla kahvehane, bilardo hane, anlamsız gezme ve tozma işlerine verdim. Düşünecek bir parça zamana bile sahip olamadım. Beni ilgilendirmeyen insanların beni beğenmesi umrumda bile değildi, beni beğenmeyenin cehennemin dibine kadar yolu vardı ve hep oldu ama beni beğenmeyen karnında bir yıla yakın bir zaman aldığı besinleriyle beni yaşama tutunduran kişi olunca durum değişiyordu. Bunu bir hakaret olarak söylemiyorum ama ailem için gerçeğin ifadesi pedagojik cahiller olduklarıydı ya da pedagojik facia.

      Ailem böyleydi. Öğrenmenlerimin çoğu ailemden de beterdi. Onların arasında, evde maruz kaldığımız psikolojik yıkımın etkilerini azıcıkta olsa onaracak kimse yoktu ya da azıcıktı. Her biri kendi siklerinin ve götlerinin derdinde bir kaç zavallı erkek ve kadındılar. Öğretmen saygıya değer bir kavramdır hiç şüphesiz ama ben kendi öğretmenlerime saygı duyamayacağım, bunun için kusura bakmaya hakları da yok, çünkü bu gün onları böyle anma nedenim her birinin sergilediği aptalca ve zararlı davranışlardır. Onlara da dair zihnimden hiç gitmeyen iğrençlik örnekleri mevcut. Hemen , şu an , bir örnek verebilirim mesela:

      Sınıf iki ve yaş sekiz bile değil henüz. Adı Abdullah. Ama ismiyle müsemma değil bu şahıs. Koyu bir kemalist. Atatürk'ün tenekeyle karga kovalama salaklığını ballandıra ballandıra anlatır , bu salaklığı yalnızca dahi bir çocuğun düşünebileceği fikrini bize empoze etmeye çalışırdı.Atatürk'ün çok büyük adam olacağı ve Türkiye Cumhuriyeti'ni kuracağı henüz o yılllarda kargaları kovalayışından belliymiş,öyle derdi. Bizim ,zeka seviyesi henüz doğmamış bir çocuğunkine eşit ,zavallı çocuklar arasında geleceğin Atatürk'ü olma umuduyla bahçelerde ,tenekeyle yerine göre karga , yerine göre diğer kuş türlerini kovalayan , acınası bebeler işte bu zavallı öğretmen kurularının eseriydi, buna gözlerimle şahit olmasam inanmazdım.Babam beni bu öğretmen şahsa teslim ederken "hocam!eti sizin kemiği bizim" cümlesini söyleyebilecek kadar her şeyden mahrumdu. Ve bu şahıs ne bende ne de diğer çocuklarda ;et ya da kemik, hiç bir şey bırakmadı, iliğimize kadar emdi.Bu ve bu türden şahısların egolarına yem edilen zavallılardık biz.Çocuk değildik. Sığınabileceğimiz kimsemiz de yoktu.İlkokul ikinci sınıfta olup sekiz yaşında bile olmamamıza bakılırsa okulun henüz ilk günleriydi yaz tatilinden sonra.Ders saati başlamış ve Abdullah Bey henüz sınıfa teşrif buyurmamışlardı. Zaten bir de öğretmenlerin derslere geç kalabildiği ve sıklıkla geç kaldığı ama öğrencilerin geç kaldığında avuçlarına on kalın sopa darbesi almayla ödüllendirildiği bir dönemdi. Sınıfta bir uğultu vardı. Herkes sırasında oturmuş Abdullah Bey'in teşrifini bekliyordu ama bütün çocuklar birbirleriyle sohbet ediyorlar ve buda ister istemez gürültülü bir uğultu meydana getiriyordu. Abdullah Bey bundan hiç hazzetmezdi.  O gün koşarak ,büyük bir hışımla sınıfa girişini şimdi gibi hatırlıyorum. Sınıfa bir anda bir sessizlik çöktü. Hedefte bir kişi muhakkak vardı. Birimizin çocuk dünyası Abdullah öğretmenin ayakları altında yıkılacaktı ama kimdi bu şanssız şahsiyet. Herkes bu anakronik durumun merakı içindeydi. Kim olacaktı hedef? Bu tür sahnelere direncim zayıftı. Gözlerimi kapamış , başımı eğmiş ,içimden sessizce o kişi olmamak için dua ediyordum. Gözlerimi açtığımda üzeri uzun ,simsiyah kıllarla kaplı, tombul,terli ve esmer bir sol elin önlüğümün yakasını avuçladığını gördüm. Bu olağanüstü güçlü elin ardında ki kalın kol bir çırpıda beni ayağa dikmeyi bildi. Aynı özelliklere sahip diğer elin suratımda parmak izleri bırakacak biçimde arka arkaya patlaması uzun sürmedi. Yerime oturtulduğumda ağlamaya dermanım yoktu. Çok utanmıştım. Konuşmanın ne kadar kötü bir eylem olduğunu düşünmüştüm. Belki de günlerce konuşmamıştım. Diğerlerinin ,seçilmiş kişinin ben olmam dolayısıyla rahatladıklarını algılayabiliyordum ama her birinin gözlerinde ki korku görülmeye değerdi.

       Ben ve benimle birlikte okuyanlar bu tezgahtan geçti.

       Şimdi ben kayıp çocukluğumun peşindeyim.

       Beni ve hayatımı bu noktaya getiren şeyin gerçekte ne olduğunu bulmaya çalışıyorum. Bulabilecek miyim bilmiyorum.Ama bu hayatı bu duruma getiren sadece ,tek başıma ben değilim.Yapılanlar ve yapılmayanlar bu kadar ortadayken hayatımın suçlusu ben değilim.

      Ve toplum!!Bir zamanlar sana çok şey borçlu olduğumu ,bana çok şey verdiğini düşünürdüm. Bu da iğrenç bir yanılsamaymış.Şimdi daha iyi anlayabiliyorum. Ve toplum!!!Sana hiç bir borcum yok. Topunun canı cehenneme.Tanrı cezanızı verecek biliyorum. O yüzden nerede bir çocuk görsem her şeyi bir kenara bırakıp onlarla ilgileniyorum .Galiba hayatımı siken bu düzenin bana öğrettiği nadide ,tek şey bu....

4 yorum:

  1. I don't know if I understand correctly, but if this is what happened at school... I hope it's part of the "past"... The picture is very strong :(
    Hugs and kisses my frien :)
    María

    YanıtlaSil
  2. Hi, my friend... Are you fine?
    I miss you :)
    KISSES.
    María :)

    YanıtlaSil