Her gün gelen
şehit haberleriyle sarsılıyoruz. İçimiz, ciğerimiz yanıyor. Terörü lanetliyor
ve bir an önce bitmesini istiyoruz. “Bunun için ne gerekiyorsa yapılsın; bu
mesele, hemen derhal çözülsün” diye bağırıyoruz. En temel temennimiz bu. Bir
şehit, hatta bir yaralı haberine daha tahammülümüzün kalmadığını hissediyoruz.
İçimizde ki duygular o kadar yoğunlaşmış durumda ki toplumca fıttırmanın
eşiğindeyiz. Ama bir yandan da en çok
ihtiyaç duyduğumuz şeyin sağduyu olduğunu biliyoruz. Ve yine biliyoruz ki,
eline aldığı silahtan ve uygarlıktan uzak, barbar yaşam tarzından sağladığı
enerjiyle milletimizin intiharına çalışan bir topluluğun bizi yok etmeye ant
içtiğini. Gerçekte emellerinin ne olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. O
insanlar için, ölüme yolladıkları militanlarının bile hiçbir değeri yokken,
kendi canının değerini bile dağa çıkarken geride bırakmış bireylerin
oluşturduğu bu barbar topluluktan her şeyi bekleyeceğimizin bilincindeyiz.
Onlarla mücadele etmemiz gerektiğinin de farkındayız. Sürekli ağızlarından
düşürmedikleri demokrasi ve özgürlük kavramlarıyla barbarlıklarını perdelemeye
çalıştıkları gözümüzden kaçmıyor. Bu gün bizim bir kısım aydın güruhuna dağdaki
gerilla yaşamı pek ilginç, pek çekici, pek farklı gelebilir, ama uygarlığın
ortasından bakınca görünen manzara son derece farklıdır. PKK hiçbir biçimde bu
topraklara ne uygarlık getirebilir ne de uygarlığın gelişimine bir katkı
sunabilir. Yapacağı tek bir iş vardır, o da en iyi yapabildiği iştir: Öldürmek.
Sayıca ne kadar çoksa öldürdüğü o kadar mutludur. Türk milletinin canını ne
kadar derinden yakarsa kendisini o kadar iyi hisseder. Yaydığı dehşetten mesut
olan ve bunu başarı sayan bir topluluktan bahsediyoruz, dikkatinizi çekerim.
Çünkü öldürmediği sürece kimsenin dikkatini çekemeyeceklerini biliyorlar.
Öldürme işi olmadığında unutulup gideceklerinin pekâlâ farkındalar. Dehşet
yaratmadıklarında kimse onlardan bahsetmeyecek. Bir köşede kirli bir bez, bir
paçavra gibi unutulup gidecekler. Ölümü göze aldık demeleri bir kamuflajdır,
kanmayın. Göze aldıkları ölüm falan değildir, asıl göze alamadıkları şey yaşamaktır.
Çünkü kolay değildir uygar bir insan olarak yaşamak. Uygarlık pek çok detayı
barındırır bünyesinde. Uygar toplum karmaşıktır. Öyle ki, hiçbir araştırmacı,
sosyolog, antropolog vs. dehlizlerini çözmeyi başaramıyor karmaşık yapılı uygar
bir toplumun. Toplumumuz uygarsa, yani akıl almayacak kadar karmaşık bir
yapılar bütünüyse; bunun karşıtı, zıddı
PKK değil midir? PKK bizim sadece düşmanımız mıdır? Bizimle savaşan basit
yapılı bir örgüt müdür? Onu tanımlamanın bu kadar basit olmadığının
bilincindeyizdir umarım. Tarih Marx’ın
iddia ettiği gibi sadece “sınıflar arası mücadelenin” tarihi değildir. Tarih en
az sınıf mücadelesinin olduğu kadar “barbarlarla uygarların da” savaşımının tarihidir.
Yerleşik olmanın, tarım yapmanın, kaybedecek çok şeyi olmanın; avcılık ve
toplayıcılıkla, ilkelce yaşamak yerine üreterek yaşamanın ve dahası yaşamı
üretmenin karşısında “barbarlık” durur. Neyse ki, çok şükür ki, uygarlık artık
barbarlığın karşısında diz çökmeyecek kadar güçlü. Ama barbarlara teslim
olmamanın, barbarlarla savaşmanın da bir bedeli vardır ve bu bedel maalesef yürek
yakıcıdır. Barbarın yanacak bir yüreği olmadığından, bile isteye, gencecik
insanların içinde yanan ateşi, nefrete dönüştürüp onları ölüm mangalarına
çevirir ve o mangaları en ileri teknolojik ekipmanlarla donalı bir ordunun
önüne atar. Sadece öldürtür. Hem kendi militanlarını güvenlik güçlerine hem de
güvenlik güçlerini kendi militanlarına. Sadece öldürtür. Biz bütün bunların
açık bir zihinle bilincindeyizdir. O zaman yine en başta ifade edildiği bu gün
ihtiyacımız olan tek şey sağduyu. Sağduyumuz bize barbarların karşısında
barbarca tutumlara girmemeyi emreder. Çünkü barbarın bizden yegane beklentisidir:
Bizim de en az onun kadar barbarlaşabilmemiz. Böylece barbarlığını meşru etmeye
çabalayacaktır. İnsan olan, hedeflerine öldürerek değil çalışıp çabalayarak
ulaşır. Kürtler bizim kardeşimizdir. PKK içine düştüğü barbarlık sarmalına Kürt
kardeşlerimizi çekmek için var gücüyle öldürmekte ve ölmektedir. Ve Türkler!
Siz bin yıldır birlikte her türlü acıya katlandığınız Kürt kardeşlerinizi
onların insafına terk edecek misiniz? Yoksa “bizim derdimiz sizinle değil,
sizden ve sizin için var olduğunu iddia eden o barbar, totaliter, Stalinist,
ömrü hayatında medeniyete dair ne varsa karşı durmuş savaş çılgınlarıyla” deyip
bu ikisini birbirinden ayıracak mısınız? Ne yapacaksınız? İşte bütün sorular
gelir ve bu noktada kilitlenir. Gelecek bu soruya vereceğiniz yanıta göre
şekillenir. Kardeşlerimize sahip mi çıkacağız yoksa tamamını topyekûn barbar
PKK’lı mı ilan edeceğiz? Eğer sahip çıkacaksak atmamız gereken bazı adımlar
açıkça bellidir. Bir defa evvela, devletimizin kurucusu ve meşruiyet kaynağı
meclisimize gönderdikleri seçilmişleri yok saymamalıyız. Onların elinde silah
olmadığını, silahı tutanların dağda ölüm planları yaptığını bilmemiz gerekiyor.
Barbarlarının en büyük derdinin seçilmişleri devre dışı bırakmak olduğunu
anlamamız gerekiyor. Biz bu gün o seçilmişleri “sizde onlarla” eşitsiniz, “sizde
hepiniz birer teröristsiniz” diye lanetlersek aslında bir nevi barbarların
amacına hizmet etmiş olmaz mıyız?
Uzun lafın
kısası, evet, çok üzüntülü ve acılıyız. Yüreğimiz yanıyor ve bir güvercin
ürkekliğiyle izliyoruz haber bültenlerini. Ama sağduyuya kulak vereceksek
Kürtler’i toptancı bir bakış açısıyla kategorize etmememiz gerekiyor. Seçilmiş
vekillerini sevmek zorunda değiliz ama en azından uygarca bir duruş için saygı
duymamız gerekiyor. Onlara bu ülkede kendi kimlikleriyle her şeye rağmen söz
sahibi olduklarını hissettirmemiz gerekiyor. Barbar PKK’yla savaşmamız
gerekiyorsa, Kürt kardeşlerimizi de kazanmamız gerekiyor. Devletimizin bir
zamanlar o insanlara çektirdikleri acıları unutmamamız gerekiyor. Cuntacıların
Diyarbakır cezaevlerinde Kürtler’e çektirdikleri acıları tekrar tekrar
hatırlamamız gerekiyor. Onlara bu gün artık her şeyin o günlerden farklı
olduğunu, o kâbus dolu günlerin bir daha asla geri gelmeyeceğinin güvencesini
vermemiz gerekiyor. Bu güvenceyi davranışlarımızla göstermemiz gerekiyor.
Gösterecek miyiz bunu? Sağduyuya kulak verecek miyiz? Yoksa içimizden dışımıza
taşan acılarımızın bizi yönlendirmesine izin mi vereceğiz? Geleceğimiz bu
sorunun yanıtlarında gizli.